Mao’nun güç tiyatrosu
Washington'ın Havana'daki adamı Fulgencio Batista'nın vahşi diktatörlüğü, 2 Ocak 1959 tarihinde yıkıldı ve ocak ayı sona erdiğinde, devrimin lideri Fidel Castro ve yoldaşları ülkeye hâkim olmayı başarmıştı.
7 Ekim 1959'da INRA (Ulusal Tarım Reformu Enstitüsü) Sanayi Bölümü başkanlığına getirilmiş olan Ernesto Che Guevara, ABD emperyalizminin Küba’daki yeni rejime karşı başlattığı, özellikle şeker ve petrol alanındaki "devrimi yıpratma ambargosu"nun etkilerini azaltacak ekonomik yardımlar sağlamak amacıyla, 21 Ekim 1960'ta Stalinist ülkeleri kapsayan bir geziye çıktı. Bu gezisi sırasında Çin Halk Cumhuriyeti, Çekoslovakya ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) başta olmak üzere çeşitli ülkelerle ticaret anlaşmaları imzaladı. İki aydan fazla süren bu seyahatin ardından, Che Guevara ve beraberindeki heyet 23 Aralık 1960'ta Küba’ya döndü.
Che Guevara, uzun gezisinin bir aşamasında, 17 Kasım 1960'ta Moskova'dan ayrılarak Pekin'e uçtu. Çin'e varışından sonra, anlamlandırılması son derece güç bir protokole dâhil edildi. Fransız gazeteci ve yazar Jean Cormier (1943-2018), Guevara biyografisinde bu sahneyi şu şekilde anlatıyor:
Bir sabah [19 Kasım sabahı] kahvaltı vaktinde bir araba Komutan'ı almaya geliyor. Yalnız onu.Gidecekleri yer Yasak Kent, Çong Nan Hai Sarayı’nın sözcüğün tam anlamıyla 'özel' bir bölümü, Mao’nun yaşadığı, 'kitaplık' diye anılan, 'Güney denizlerinin merkezi' olan saray... Ernesto, ölçüsüz genişlikte bir salonda sabırla bekleyecektir. Büyük, kırmızı bir perde açıldığında saat 10'u bulmuştur. Che, hayretler içinde, çok büyük bir camın ardında oturmuş çay içen Mao’yu görüyor. Mao, Che’yi hafif bir baş hareketiyle selamlıyor; Che de aynı hareketle karşılık veriyor. Sonra kırmızı perde kapanıyor, bir tiyatrodaymış gibi. (Jean Cormier, Che Guevara: Ölüm Nereden Gelirse Gelsin, çev. Gülseren Devrim, İstanbul, Can Yayınları, 3. Baskı, 1997, s. 292).
Cormier’in kitabındaki Perdenin Arkasındaki Buda başlıklı 14’üncü bölümde yer alan bu pasajı okuduğumda ilk tepkim, “Lanet olsun! Bu ne biçim bir sahne böyle?” demek oldu. Ancak kısa bir süre sonra bu protokolü sadece absürd ve hatta utanç verici bir düzenleme olarak nitelendirmenin yetersiz olacağı sonucuna vardım. Bu planlanmış sahnenin arkasında yatan etkenleri tahlil etmek, Sovyet Stalinizminin devrimci bir alternatifinin değil, onun Çinli varyantı olan Maoizmin [*] mantığını anlamak açısından önemli ipuçları sunabilir diye düşündüm.
19 Kasım akşamı, yemekten sonra, Che Guevara bir kez daha Yasak Kent'e gitti. Bu kez Mao kendisini kabul etti ve iki ülkenin heyetleri arasındaki görüşme üç saatten fazla sürdü. |
Şunu da belirtmek gerekir ki, Kübalı heyetten yalnızca Che Guevara'nın seçilmiş olması son derece bilinçli bir tercihin ürünüydü. Eğer Che Guevara saraya beraberindeki heyetle veya en azından bu heyetten bir kişiyle gitmiş olsaydı, bekleme süreci çok daha farklı biçimde yaşanacaktı. Bekleyenler kendi aralarında konuşacak ve ortamı, olup biteni yorumlama fırsatına sahip olacaktı. Böyle bir etkileşimin istenmediği çok açık.
Mao’nun kendini "çok büyük bir camın ardında oturmuş çay içerken" göstermesi, bu ilginç protokolün belki de en çarpıcı öğesidir. Perde ve cam, Mao ile Che arasında hem fiziksel hem de sembolik bir bariyer oluşturuyor. Bu durum, Mao’nun ulaşılmazlığını ve belki de yarı tanrısal bir figür olarak algılanmasını sağlamayı amaçlıyor.
Mao ve Che arasındaki “iletişim” de son derece minimalist ve sembolik: "hafif bir baş hareketi" ve "aynı hareketle karşılık". Bu, kelimelere gerek duyulmayan, gücün ve statünün sessizce ifade edildiği bir iletişim biçimi. Basit baş hareketi hem bir selamlaşma hem de bir onaylama anlamı taşıyor olmalı. Mao’nun baş hareketi, Che’yi ve Küba’daki devrimi tanıdığını, ancak aralarındaki hiyerarşiyi ve kendi liderliğinin tartışılmaz olduğunu ima ediyor. Elbette, bu 'iletişim'in formunu önceden belirlemiş olan taraf da Mao.
Bu tuhafın tuhafı buluşma, Soğuk Savaş'ın en gergin dönemlerinden birinde ve Çin ile Sovyetler Birliği arasındaki ideolojik ayrılığın belirginleşmeye başladığı bir zamanda yaşanıyordu. Bu bağlamda, Mao ve ekibi, bu teatral sunumla aynı zamanda, Küba devriminin önderliğine Çin'in Kremlin’den bağımsız, kendine özgü bir “komünist” güç olduğunu ve kendi protokollerine, kendi önderlik tarzına sahip olduğunu da göstermek istiyorlardı.
[*] ÇKP içinde yaşanan çeşitli iç ayrışmalara rağmen rejim Stalinist “tek ülkede sosyalizm” gerici ütopyasını kendisine temel alıyordu. Otarşik bir perspektifle dünya ekonomisinden kopan Çin bu yıllarda bir krizden diğerine savrulup durdu. Mao'nun kırsal sosyalizm deneyleri büyük bir ekonomik yıkıma ve 1950'lerin sonlarında on milyonlarca insanın ölümüne neden olan feci bir kıtlığa yol açtı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder