01 Nisan 2025

Çeviri:

Trotskiy’le geçen yedi yıl

Jean Van Heijenoort’la söyleşi

1. Bölüm | 2. Bölüm

Jean Van Heijenoort’la bu söyleşi ilk olarak Fransa’da yayımlanan Rouge gazetesinin 3 Nisan 1978 tarihli sayısında yer almıştır. Rodolphe Prager tarafından gerçekleştirilen söyleşinin İngilizce çevirisi, Dördüncü Enternasyonal – Birleşik Sekretarya’nın (Bir-Sek) o tarihte uluslararası yayın organı Intercontinental Press/Inprecor tarafından yapılmıştır.

* * *

Jean Van Heijenoort (1912–1986), 1932–1939 yılları arasında Lev Trotskiy’in sekreteri ve koruma görevlisi olarak çalıştı. Bu süre zarfında, Trotskiy’in sürgün yıllarında Türkiye, Fransa, Norveç ve Meksika’da bulundu ve onunla yakın bir çalışma ilişkisi kurdu. Trotskiy’in 1940’ta öldürülmesinin ardından, Amerika Birleşik Devletleri’ne yerleşen ve zaman içinde hem Marksizmden hem de aktif siyasetten uzaklaşan Van Heijenoort, matematik ve mantık alanında önemli çalışmalar yaptı. From Frege to Gödel: A Source Book in Mathematical Logic [Frege'den Gödel'e: Matematiksel Mantıkta Bir Kaynak Kitap] adlı eseri, mantık tarihine dair temel kaynaklardan biri olarak kabul edilmektedir.

Van Heijenoort, 1978’de Trotskiy’in sekreteri ve koruma görevlisi olarak geçirdiği yıllara dair anılarını Fransızca olarak yayımladı. Aynı yıl içinde İngilizceye çevrilen eser, With Trotsky in Exile: From Prinkipo to Coyoacán başlığını taşımakta olup, Trotskiy’in sürgün hayatını ve bu süreçte yaşanan olayları Van Heijenoort’un gözünden aktarmaktadır. Kitabın Türkçe çevirisi 1999 yılında Özne Yayınları tarafından yayımlanmıştır. (Jean Van Heijenoort; Büyükada’dan Meksika’ya Troçki’yle Sürgünde, çev.: Cengiz Alğan, Özne Yayınları, İstanbul, Şubat 1999.)

* * *

Prinkipo'ya [Büyükada] ilk geldiğimde kendimi ülkesi olmayan, biraz şaşkın, daha önce hiç üstlenmediği türden sorumlulukların altına girerek tamamen yeni bir ortamın içine düşmüş bir insan gibi hissettim.

O günlerde işlerim son derece yoğundu. Sekreterlik görevleri ve çevirilerin yanı sıra yerel makamlarla görüşmeler yapmak, ev işlerini yürütmek ve güvenlik önlemlerini sürekli gözetmek durumundaydım. Gündüz nöbetlerinin düzenlenmesi bile epey zaman alıyordu; gece nöbetleri ise çok daha fazla emek gerektiriyordu.

Trotskiy'in Fransa (1933-35) ve Norveç'te (1935-36) yaşadığı dönem oldukça olaylı geçti. Sürekli gelip gidenler oluyordu ve bu durum ciddi riskler barındırıyordu. Üstelik hem Stalinistlerin hem de aşırı sağın kışkırttığı histerik kampanyaların etkisi altındaki yetkililerle son derece hassas ilişkiler yürütmek gerekiyordu.

Meksika'daki gündelik yaşam ise tümüyle farklıydı. Toplumun çok farklı kesimlerinden Meksikalılarla sıkı ilişkiler kurduk. Diego Rivera bizi pek çok sanatçı ve şairle tanıştırdı; başkaları da üst düzey bürokratlar, gazeteciler ve benzeri isimlerle bağlantılarımızı sağladı. Üstelik Amerikalı devrimciler de sık sık ziyaretimize gelirdi. Gelenler arasında Sosyalist İşçi Partisi'nin yöneticileri olduğu kadar, sıradan üyeler ve Trotskist sempatizanlar da vardı. Şikago, Los Angeles gibi kentlerden yola çıkıp, SWP Siyasi Komitesi'nden aldıkları referans mektuplarıyla, tıka basa doldurdukları araçlara binip geliyorlardı. Ortam, üç dört kişinin tecrit halinde yaşadığı Prinkipo'dakinden tamamen farklıydı.

Meksika'da Trotskiy'le aramızda yeni bir ilişki filizlendi. Coyoacán'daki o uzun yağmurlu gecelerde sadece o, Natalya ve ben vardık. Bu da aramızda özel bir yakınlığın doğmasına neden oldu. Ne var ki kitabımda bu Coyoacán dönemini hak ettiği ölçüde ele alamadım. Bunu gelecek baskılarda daha detaylı işlemem gerekecek.

Trotskiy’in hayatındaki büyük sınavlar

Zinaida Volkov (Zina) Büyükada'da (1931)
Trotskiy’in özel yaşamında, kişiliğini etkilemese de ona yakın olan bizlerin fark edebildiği bazı değişiklikler meydana geldi. 1933'ün ilk aylarında, siyasi inançlarından sapmasına yol açmasa da onu derinden sarsan peş peşe ağır darbeler aldı. 

Önce kızı Zina’nın Berlin’deki intiharıyla sarsıcı bir şok yaşadı. Birkaç gün boyunca Natalya ile birlikte kendini odasına kapattı. Nihayet dışarı çıktığında yüzü, kederden harap olmuş, yanaklarında derin çizgiler belirmişti.

Bundan iki hafta sonra Hitler Almanya'da iktidarı ele geçirdi. Tam da bu sıralarda, Trotskiy'in şahsen tanıdığı ve Sibirya'ya sürgün edilmiş olan Sovyet muhalifleriyle olan tüm irtibatımız kesildi. 1930-32 yılları arasında onlarla mektuplaşmayı sürdürebilmiştik. Bu ani temas kaybı Trotskiy'i derinden yaraladı.

Ancak Trotskiy, Temmuz 1933’ün sonunda ilk kez Royan'a gittiğinde, işler biraz daha iyiye gidiyor gibiydi. Ağustos ayı boyunca Paris'ten, daha önce hiç tanışmadığı pek çok Trotskist onu ziyaret etti. İki merkezci parti, İngiliz Bağımsız İşçi Partisi ve Alman Sosyalist İşçi Partisi (SAP) ile görüşmelere başladı. Enerjisi yerindeydi. Mutlu görünüyordu.

Ne var ki Trotskiy'in Eylül'de Natalya'ya yazdığı bir mektup, belli bir hayal kırıklığını yansıtıyordu; mektupta, Türkiye'den ayrılma kararlarının belki de bir yanılgı olduğunu söylüyordu.

Meksika'dayken Trotskiy, oğlu ve en yakın çalışma arkadaşı Lev Sedov'un Paris'te katledildiğine dair o korkunç haberi aldı. Zina’nın ölümünden sonra yaşanan sahne bir kez daha tekrarlandı. Her iki trajedi sırasında da yanlarında olan tek kişi bendim. Trotskiy dört beş gün boyunca kendini odasına kapattı.

Devam edecek

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder