Çeviri:
Trotskiy’le geçen yedi yıl
Jean Van Heijenoort’la söyleşi
1. Bölüm | 2. Bölüm
Kitabımın amacı
Trotskiy’in kendi kaleminden çıkan veya onun hakkında yazılmış siyasi metinler, onun insani yönünü yeterince yansıtmıyor. İşte tam da bu boşluğu doldurmak istedim. Bu yüzden, hayatının kişisel yönlerine odaklandım. Şunu belirtmeliyim ki, kitabıma hangi detayları alacağıma karar verirken, çoğu zaman bu bilgilerin başka kaynaklarda mevcut olup olmadığını esas aldım.
Isaac Deutscher |
Bu sebeple
kitabım, diğer insanların daha önce söylediklerini ya da farklı anlatıları göz
önünde bulunduruyor. Örneğin, Deutscher’in kitabı bazı açılardan oldukça
faydalıdır, ancak içerdiği pek çok hata nedeniyle tarihçilerin tümüyle sil
baştan çalışmaları gerekecek. Dahası, onun bu hataları diğer yazarlarca benimsenmiş
ve daha da yaygınlaştırılmıştır.
“Besançon”
hücresinin bir üyesi olarak Trotskiy
Trotskiy, boş
sohbetlere girmeyi sevmeyen biriydi. Ancak organize biçimde yürütülen
tartışmalar tamamen farklıydı. Prinkipo’da, öğleden sonra saat 4:30’da Trotskiy’in
çalışma odasında buluşurduk. O sırada evde bulunan herkes bu toplantılara katılırdı:
Frank, Schussler, Frankel, Swabeck ve ben. Almanya üzerine yapılan tartışmalar ve
Swabeck ile Siyahi sorunu üzerine yapılan görüşmelerin tutanakları arşivlerde mevcuttur;
bunların bazıları yayımlanmış durumda.
Royan’da ünlü “Besançon” hücremiz vardı. Adını, uzaktaki bir şehirden esinlenerek seçmiştik. Craipeau, Beaussier, Vera Lanis, Jeanne Martin ve benimle birlikte Trotskiy de bu hücrenin bir üyesiydi. Aramızda bir eğilim mücadelesi yaşanıyordu ve Trotskiy’in evinde çalışan Fransız yoldaşlarının oylarını saymamak bir hata olurdu. “Besançon” hücresi, Trotskiy’in katılımıyla çeşitli karar tasarılarını tartışıp, kaleme aldı. Kitabımda, bu toplantılardan birinin tutanağından alınan ve yeni enternasyonalin adı üzerine yapılan tartışmayı aktaran ilginç bir pasaj yer alıyor.
Royan (1933): Soldan sağa, Rudolf Klement, Trotskiy, Yvan Craipeau (ziyaret için gelen bir Trotskist), Jeanne Martin (Lyova'nın ikinci eşi), Sara Weber; önde, Jean van Heijenoort |
Ücret almadan
çalışan sekreterler
Hiç maaş
diyebileceğimiz türden bir ödeme almadım. Bir diş fırçasına ihtiyacım
olduğunda, önce onu satın alır, sonra parasını Natalya'dan alırdım. Her üç
haftada bir sırayla, Frank, Schussler ve ben, İstanbul'a alışveriş yapmaya
giderdik. Natalya bize parayı verir, döndüğümüzde ise harcamaların hesabını verirdik;
her şey bu kadar basitti.
Yalnızca
Coyoacán'da görev yapan Amerikalı yoldaşlara, SWP tarafından tam zamanlı
çalışan statüsünde ödeme yapılıyordu. Ben ise finansal işlerimi Natalya ile yürütmeye
devam ediyordum. Breton beni yoksul diye nitelendirmişti. Bu tanım beni şaşkına
çevirmişti; neyi kastettiğini anlayamamıştım. Zira kendimi hiçbir zaman yoksul
hissetmemiştim.
Trotskiy
ailesinin gelirinin çoğunluğu, başta Hayatım ve Rus Devrimi Tarihi
olmak üzere eserlerinden gelen teliflerden oluşuyordu. Prinkipo'da bu telif
gelirleriyle oldukça rahat bir yaşam sürdürüyorduk. Ne var ki birikmiş paramız
çabucak eridi. 1932 sonundaki Kopenhag seyahati, mali kaynaklarımızı neredeyse
tamamen kuruttu. Trotskiy'in öğrencilerle ve Amerikan radyosuyla yaptığı
röportajlardan elde ettiği kazanç ise, ona refakat eden yoldaşların
masraflarını dahi karşılamaya yetmemişti.
Öyle dönemler
olurdu ki maddi açıdan iyice sıkışırdık; Natalya'yla bütçemizi tekrar tekrar gözden
geçirirdik. Tamamen parasız kaldığımızda ise Trotskiy, bazen Life ya da Saturday
Evening Post’a bir makale satardı. Elde ettiği 500-600 dolar, bize iki üç
ay yetecek bir soluk aldırırdı.
Trotskiy para
meselelerini asla dert etmezdi. Natalya bu konuları önce benimle konuşur, ardından
ona sadece, "Biliyorsun, artık hiç paramız kalmadı" derdi.
Trotskiy'in asketizmi
Trotskiy'in
evinde ıvır zıvır eşya ya da hatıra nesnelerinin bulunmayışı, bazılarını
şaşırtabilir. Bu, onun asketik yaşam tarzının bir yansımasıydı. Trotskiy’in
maddi şeylere bağlılığı yoktu. Önem verdiği tek şey, mesleğinin aracı olan
kaleminin kalitesiydi. Maddi zenginliğe karşı tamamen kayıtsızdı. Bir zamanlar
büyük bir devletin başında bulunmuş bir insan için bu durum hayret verici
görünebilir. Hiçbir şeye sahip değildi. Ne bir tabloya ne de gerçek bir
kütüphaneye. Kitapları, ona getirilen ya da gönderilenlerden birikmiş olanlardı.
Trotskiy'in evinin bir bölümü |
Bu konuya dair
birkaç not daha düşmeliyim. Trotskiy'in en çok kendini kaptırdığı eser, Jules
Romains'in İyi Niyetli İnsanlar serisiydi. Serinin on yedi on
sekiz cildini okumuştu ve yeni çıkacak ciltleri heyecanla beklerdi. Romains
için "benzersiz bir sanatçı" tanımını kullanırdı. Céline, Malraux ve
Malaquais'nin Hiçbir Yerden Gelen Adamlar eserine dair
eleştirileri ise iyi bilinir. 1936'da Norveç'teyken, kendisine Benjamin
Péret'nin Şu Ekmeği Yemem adlı kitabını göndermiştim. Yazdığı bir
mektupta son derece olumsuz bir tepki vermişti.
Breton gelmeden
önce, birkaç kitabını satın alıp Trotskiy'in çalışma odasına koymuştum.
Trotskiy bu kitapları odanın ücra bir köşesine kaldırdı ve öylece bıraktı.
Belki ara sıra sayfalarını karıştırmıştır. Edebiyat eserlerini okumak için
yalnızca öğlen dinlencesinde kısa bir zaman ayırırdı kendine. Yanından hiç
eksik etmediği kitaplar genellikle Fransız romanlarıydı; bazen Rus eserleri,
sonraları ise seyrek de olsa bir Amerikalı yazarın kitabı. Sürrealistlerin
şiirlerine ise aşina değildi.
Bir sonraki
kitabımda, Trotskiy'in yazılarından yola çıkarak, onun devrimci harekete ilk
adım attığı günlerden başlayarak entelektüel bir portresini çizmeyi
deneyeceğim. Özellikle üzerinde duracağım hususlardan biri, Lenin ile Trotskiy
arasındaki düşünsel farklılıklar olacak.
Bitti
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder