Çeviri:
Bronştayn Ailesi'nin trajedisi
Trotskiy, Paris'te kızı Zinaida ile birlikte (1915) |
Aralık 1988'de
Trotskiy’in torunu Esteban (Sieva) Volkov, Moskova’da kız kardeşi Aleksandra ve
yeğeni Olga ile buluştu. Kanser hastası olan Aleksandra, bu buluşmadan birkaç
hafta sonra hayatını kaybetti. [*] 1933’te sürgündeyken intihar eden Zinaida
Volkov’un çocukları Sieva ve Aleksandra, Trotskiy’in sürgüne gönderilmesinden
sonra birbirlerinden ayrıldıklarında henüz çocuk yaştaydılar.
Bu buluşma, her
ne kadar bir tür geç kalmış bir telafi olsa da insanın ağzında acı bir tat
bırakıyordu. Tüm bunlar, Pierre Broué’nin çabaları ve hem Meksikalı bir ressam
hem de Sieva’nın arkadaşı olan Victor Serge’in oğlunun girişimleri sayesinde
gerçekleşti.
Sieva, vizesini
almak için uzun süre beklemişti [**] ve kız kardeşiyle buluştuğunda onun ölmek
üzere olduğunu biliyordu. Konuştukları ortak bir dil yoktu ve bu beklenmedik
aile toplantısında duygularını jestler, hediyeler, fotoğraflar ya da bir
çevirmenin yardımıyla ifade ettiler. Her biri, amansız bir kader tarafından
kovalanan Bronştayn ailesinin trajedisinin iki farklı yüzünü kendi tarzında
temsil ediyordu.
SSCB'de yaşamakta
olan Aleksandra, Kızıl Ordu'nun kurucusuyla olan ilişkisinin bedelini uzun
yıllara yayılan sürgünlerle ödemişti ve kendi kökleri, 80'li yılların sonuna
kadar hem kendisi hem de yakınları için bedeli kan ve gözyaşıyla ödenmiş olan
dehşet verici bir aile sırrı olarak kaldı.
Sieva’ya gelince,
anadilinden ve doğduğu ülkeden koparılmıştı, büyükbabasının Stalin’in gizli
servisi tarafından acımasızca takip edilip öldürülüşüne istemeden de olsa
tanıklık etmişti ve bu olay, onun için travmatik bir anıya dönüştüğünden sürekli olarak bundan söz etmekteydi. Sonunda gerçek bir Meksikalı haline
geldiyse de bu, bir nevi lanetli hale gelmiş olan “Rus yarısını” kaybetme
pahasına olmuştu. Rusçayı unutmuştu – tuhaf bir şekilde dedesiyle Fransızca konuşuyordu- ve 1988-89 kışında Moskova sokaklarındaki perestroyka ajitasyonuna
ve başkentteki dükkanların yoksulluğuna şaşırarak ve hatta hayretler içinde
kalarak tanık oldu.
Ancak, Memorial
Hareketi tarafından düzenlenen “Vicdan Haftası” sergisini habersiz
ziyaret ettiği sırada, organizatörlerce adeta yakalanıp alıkonulması ve
yüzlerce ziyaretçi ile hareketin sempatizanlarından oluşan hıncahınç dolu bir
salona büyük bir saygıyla takdim edilmesi son derece duygusal ve unutulmaz bir
andı.
Gergin bir
sessizlik içinde büyükbabasının öldürüldüğü koşulları bir kez daha anlattı. Ama
söz Ramon Mercader'in kaderine ve Meksika hapishanesinde geçirdiği yılların
ardından Moskova'da kendisine verilen nişanlara geldiğinde, sanki bir apse
patlamış gibi oldu ve salonda tiksinti ve utanç dolu bir uğultu yükseldi:
"Böyle bir şey mümkün mü? Bunu gerçekten biz mi yaptık!" Ardından,
tüm Sovyet toplantılarında olduğu gibi, kendisine özenle katlanmış kâğıtlara
yazılmış sayısız soru iletildi: tesadüfen bir araya gelmiş ve SSCB’nin 80’li
yılların sonlarında geçmekte olduğu kolektif tarihsel psiko-analiz sürecinin
etkisi altındaki bu dinleyici kitlesi, Sieva'nın yansıttığı lanetli tarih
parçasından kendini bir türlü koparamıyor gibiydi.
Tarihin
acımasızlığı, 1958'de doğmuş olan yeğeni Olga üzerinde ise bambaşka bir biçimde
hüküm sürüyordu. O zamana kadar ‘kötü’ kökeni, onun gözünde yalnızca annesine
pahalıya mal olduğunu çok iyi bildiği, kaderin bir armağanıydı. Bu küçük
‘farklılık,’ onun Rusya'nın başkentindeki herhangi bir genç çalışan annenin
sıradan, yani kıtlıklar, uzun kuyruklar, barınma ve ulaşım gibi gündelik
zorluklarla dolu bir yaşamı sürdürmesine engel olmamıştı.
“Amerika’daki amcası”
Sieva’nın gelişiyle Olga ilk kez Batılılarla tanıştı, Marlboro sigarası içti ve
Yuri Afanassiev ile Bernard Guetta gibi tanınmış kişilerle birlikte bir kooperatif restoranında (Sovyet standartlarına göre) ihtişamlı bir yemek
yedi. Bu ortamda, tarih ona itibarını iade etmiş ve bir zamanlar sıkıntı kaynağı
olan akrabalık bağı artık bir avantaja dönüşerek onu yeniden tanımlamış oldu.
Dinledi, konuştu ve Trotskiy’in büyük torunu olarak tanınmaya istekli olduğunu
açıkça ortaya koydu.
Ancak geçmişiyle olan bağları tam
anlamıyla kopmuştu. Kendisine, İhtiyar’ın fikirlerini onaylıyor musunuz ya da
onlara sempati duyuyor musunuz diye sorulduğunda, “Nereden bileyim ki?
Yazdıklarının tek bir kelimesini bile okumadım!” yanıtını verdi. Peki,
okuyacak mıydı? Elbette, ama ancak Rusça olarak yayımlandıklarında… Fakat bunun olmasını beklerken, işe büyük büyük dedesinin haklarını tam anlamıyla iade etmek ve ona Sovyet
vatandaşlığını iade etmekle başlayabilirlerdi.
Olga için
sonuçları annesine kıyasla daha az trajik olsa da onun durumunda ampütasyon tam
anlamıyla gerçekleşmişti: genç ve 'sıradan' bir Sovyet kadını olan Olga,
koşulların zorlamasıyla kendisine aktarılmış olan birkaç aile anısı dışında,
dünya kültüründen ve kendi geçmişinden neredeyse tamamen kopuk bir yaşam
sürdürmüştü...
Bronştayn ailesinin
soy ağacı, esas olarak XX. yüzyılın kıyametlerinin yol açtığı kasvetli
trajedilerin yalın bir imgesi olarak okunabilir: yüzyılın tüm büyük
felaketleri, aile fertlerinin bedenlerine, dört bir yana dağılmış
diasporalarına ve yaşadıkları savrulmalara adeta kazınmıştı.
[*] Doğrusu “birkaç hafta” değil, “birkaç ay” olacak. Bu blogda ABD’deki
Socialist Action grubunun önderlerinden Alan Benjamin’in Esteban Volkov’la
Aralık 1998’de yaptığı söyleşinin
Türkçe çevirisini 2 Ocak 2025 tarihinde yayımladık. Söyleşiyi 1989 yılında ABD’de
yayımlanmış olan Gorbachev's U.S.S.R.: Is Stalinism Dead? başlıklı derlemeden
aldık. Kitabın editörü Carl Finamore, Volkov’la yapılan söyleşiye şu notu
düşmüş: “Saşa, Sieva’nın Sovyetler Birliği’ne geri dönmesinden üç ay sonra, 10
Mart 1989’da öldü.” (k.ü.).
[**] Bu bilgi doğru değil. Volkov aynı söyleşide
Benjamin’e vizesini üç gün içinde aldığını söylüyor (k.ü.).
Kaynak: Bu
makale, Trotskiy'in ölümünün 50. yıldönümü sebebiyle 1990 yılında Fransa'da
yayımlanan Rouge dergisinin özel sayısından alınmıştır. Makalenin
İngilizce çevirisi Ted Crawford tarafından yapılmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder