13 Mart 2025

Enver Hoca’nın güç tiyatrosu

Gün Zileli’nin tanıklığı

Gün Zileli, altı ciltlik otobiyografisinin 1972-1983 yıllarını kapsayan Havariler başlıklı cildinde,[1] Arnavutluk Emek Partisi'nin (AEP) 1-7 Kasım 1976 tarihlerinde gerçekleştirilen 7. Kongresi’ne Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’ni (TİİKP) temsilen katılımını ve Kongre’ye ilişkin gözlem ve yorumlarını ayrıntılı bir biçimde aktarıyor. Zileli, Havariler’de Arnavutluk ziyaretine tam 31 sayfa ayırmış.

Zileli, Arnavutluk’a gidişini anlatmaya başlarken, 1976’nın Enver Hoca’nın "Üç Dünya Teorisi"ne, Çin Komünist Partisi’ne (ÇKP) ve hatta doğrudan "Mao Zedong düşüncesi"ne yönelik saldırılarının dozunu artırdığı yıl olduğunu belirtiyor. “Aldığımız haberlere göre, Enver Hoca, yakında toplanacak AEP'nin 7. Kongresi'nde, bu saldırısını taçlandıracaktı. AEP'nin içine girdiği bu yönelimi endişeyle izliyorduk” diyor.[2]

AEP ile ÇKP arasındaki gerilim hızla tırmanıyor olsa da TİİKP’in kongreye davet edilmesi, henüz AEP’yle gemileri yakmadığını gösteriyor. Zileli de kitabında, bir TİİKP Merkez Komitesi üyesinin 1976 yılının başında AEP'yi ziyaret ettiğini ve AEP'nin, TİİKP'i resmen “kardeş parti” ilan etmesini sağladığını belirtiyor.

9 Mart 2025’te yayımladığımız blog yazısında, Mao’nun 1960 yılında Che Guevara’ya, ülkesinin Çin ile ilişkisini nasıl bir hiyerarşi içinde sürdürmesi gerektiğini göstermek için sahnelediği, son derece tuhaf ve Marksizm ile bağdaştırılması mümkün olmayan "tek perdelik" güç tiyatrosunu irdelemeye çalışmıştık.

Bu kez, Zileli'nin Havariler’inden aktaracağımız pasajlar üzerinden,[3] bir başka Stalinist diktatörün, Enver Hoca’nın başrolde olduğu ve yalnızca bir başka lidere veya "kardeş" partilere değil, hasımlara, ülkenin yönetimini elinde tutan ayrıcalıklı bürokratik kasta ve geniş kitlelere de yönelik olarak sahnelenen "üç perdelik" başka bir güç tiyatrosundan çarpıcı örneklere yer vereceğiz.[3]

(…) Enver Hoca'nın, bütün yabancı parti temsilcileriyle tanışacağı büyük bir "resmi kabul" yapılacağı söylendi bize.

(…)

Enver Hoca'nın heyetleri kabul ettiği, salonun tam ortasındaki yükseltinin etrafı da, yerden, özel olarak aydınlatılmıştı. Enver Hoca, bu yükseltinin üstünde tek başına duruyordu. Ak saçlı, uzun boylu, oldukça yakışıklı bir adamdı. O tarafa yaklaştığımda, belki özel ışıklandırmadan, belki de kendisine özel bir makyaj yapılmış olduğundan, hem çevresinde hem de yüzünde, neredeyse "ilahi" olduğuna inanacağım bir ışıltı olduğunu fark ettim. Heyetler, hiyerarşik düzenlerini bozmadan ağır ağır onun önünden geçiyor, tercümanları tarafından partilerinin adıyla Enver Hoca'ya takdim ediliyor, saygıyla Enver Hoca'nın elini sıktıktan sonra, öbür kapıdan çıkıp arabalarına biniyorlardı.

(…)

AEP'nin 7. Kongresi'nin yapılacağı, İskender Bey Meydanı'na yakın ve hakim bir konumdaki kongre binasına götürüldük. (…) Biraz sonra, sahne ışıklandırıldı. Manzara şuydu: Sahnenin tam orta yerinde, uzun bir masa ve parti politbüro üyelerinin oturacakları koltuklar bulunuyordu. Onların arkasında aşağı yukarı altmış-yetmiş kişilik, konuk parti temsilcilerinin oturacakları koltuklar sıralanmıştı. Biraz sonra ortalık hareketlendi. Delegeler önce hep bir ağızdan parti marşları söylemeye başladılar. Ardından, o malum "Parti-Enver" sloganı eşliğinde, dış partilerin temsilcileri, yine hiyerarşik bir sıralanma içinde sahnedeki yerlerini aldılar. Bunun ardından alkışlar ve sloganlarla politbüro üyeleri tek sıra halinde gelerek yerlerine oturdular. (…)

Enver Hoca'nın dışında herkes yerini almıştı. Salondaki atmosfer artık en yüksek noktasına tırmanmıştı. Delegeler ayağa kalkmış, el çırpıp "Parti-Enver" diye bağırarak gözlerini tek bir noktaya dikmişlerdi. Bu nokta, sahnenin hemen yanındaki bir kapıydı. Salonun diğer yerleri hafifçe loş olmasına rağmen, güçlü bir spot ışığı bu kapıya çevrilmiş, o noktayı özel olarak aydınlatmıştı. Enver Hoca'nın birazdan bu kapıdan girmesi bekleniyordu. Biz seyirciler de heyecan içinde ayağa kalkmıştık. Bu teatral gösteri havasından enikonu rahatsız olmama rağmen, ben de diğerleriyle birlikte el çırpmaktan kendimi alamıyordum. (…)

Kongre delegeleri ve konuklar Enver Hoca'ya tezahürat yapıyorlar

Sonunda Enver Hoca, aşağı yukarı on beş dakika süren el çırpışların ve sloganların en yüksek noktasında, gözlerin dikildiği kapıdan içeri avdet etti. Salonda korkunç bir tezahürat başladı. Bu tezahürat neredeyse yarım saat sürdü. (…) Sonunda ortalık duruldu, Enver Hoca, parti sekreteri olarak o uzun 7. Kongre ra9orunu okumaya başladı. (…) herhalde tüm parti temsilcilerinin Enver Hoca'yla aynı fikriyatta olduğunu göstermek amacıyla iyiden iyiye ışıklandırılmış sahnedeki delegeler ve politbüro üyeleri hep birlikte ayağa kalktılar, kollarını havaya kaldırıp el ele tutuştular. Enver Hoca da konuşmayı falan bir yana bırakmış, sağ yanındaki Mehmet Şeyhu ve sol yanındaki politbüro üyesiyle el ele tutuşmuştu. Bütün parti temsilcileri, sanki halay çeker gibi el ele, bir öne bir arkaya, bir sağa bir sola gidip geliyorlardı. Çok komik bir manzaraydı. (…)

Enver Hoca'ya bu genel gösteri de yetmemiş olacak ki, parti içindeki "birliği" daha da vurgulamak için, Mehmet Şeyhu'yu elinden tutup ön tarafa getirdi. Bu kez yalnızca ikisi el ele, bir adım ileri iki adım geri giderek büyük bir birlik gösterisinde bulundular. Tabii o sırada, parti içinde, Enver Hoca'yla Mehmet Şeyhu arasında büyük bir iktidar mücadelesinin cereyan ettiğinden haberdar değildim.[4]

Enver Hoca ve Politbüro üyelerinin AEP'nin kurulduğu binanın önünde 7. Parti Kongresi vesilesiyle çektirdikleri grup fotoğrafı. Fotoğrafın yer aldığı yayında, daha sonraki yıllarda tasfiye edilen Politbüro üyelerinin yüzleri kazınmış.

Halkın Yolu Yayınları'nın 1978'de yayımladığı "Enver Hoca - 70. Doğum Yıldönümü Albümü"nde o tarihte henüz tasfiye edilmemiş olan üç Politbüro üyesinin yüzünü görmek mümkün.[5]
Enver Hoca'nın "ilahi" bir ışıltıya sahipmiş gibi sunulması, etrafında bir tür "peygamber" imajı yaratma çabası; kongre salonunda ışıklandırma, delegeleri bekletme vb. teknikler kullanılarak yaratılan atmosfer ve Enver Hoca'nın girişiyle doruğa ulaşan teatral gösteri; el ele birlik gösterileri gibi paravanlar yoluyla gerçekte yaşanan iç çekişme ve çatışmaların maskelenmesi... Tüm bunlar, otoriter Stalinist rejimlerin lider kültünü yaratmak, kitleleri manipüle etmek ve iktidarlarını sürdürmek için başvurdukları yaygın yöntemler.

Ancak bu yöntemler boşlukta ortaya çıkmadılar. Lev Trotskiy’in, Rus Devrimi'nin bürokratik totalitarizme dönüşmesini tahlil ettiği Marksist başyapıtı İhanete Uğrayan Devrim'de açıkladığı gibi, Stalin'i çevreleyen ve bir neden değil bir sonuç olan “Kişi Kültü” iktidarı işçi sınıfının elinden gasp etmiş olan ayrıcalıklı Sovyet bürokrasisinin kendi çıkarlarını kişileştirip savunabilecek bir yüce lidere duyduğu ihtiyacı yansıtıyordu. Mao, Enver Hoca ve diğerleri de aynı ihtiyaca cevap veren “güçlü adamlardı”:

İçinde taşıdığı karikatür öğelerine rağmen, Stalin’in giderek daha pervasız bir biçimde putlaştırılması, rejim açısından bir zorunluluktur. Bürokrasi, bir imparator olmasa da onun yerini dolduracak bir Birinci Konsül’e, yanılmaz bir yüce hakeme ihtiyaç duyar ve kendi egemenlik iddiasına en uygun kişiyi omuzlarında yükseltir. Batı’nın amatör edebiyatçılarının hayranlıkla bahsettiği Şef’in “güçlü karakteri”, gerçekte, konumunu korumak için hiçbir şeyden kaçınmayacak bir kastın kolektif baskısının bileşkesinden ibarettir. Her biri, kendi koltuğunda otururken şöyle düşünür: L'état, c'est moi [Devlet benim]. Her biri kendini Stalin’de kolaylıkla bulur. Ama Stalin de onların her birinde kendi ruhunun bir parçasını görür. Stalin, bürokrasinin cisimleşmiş hâlidir ve politik kişiliğinin özü de buradan gelir.[6]

Notlar:

[1] Gün Zileli, Havariler (1972-1983), İletişim Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 2011.

[2] a.g.e., s. 220.

[3] Zileli'nin tanıklığı, Soğuk Savaş dönemindeki Arnavutluk'un siyasi ve bir ölçüde de toplumsal ve ekonomik atmosferine ışık tutuyor. Konuya ilgili duyan okura metnin tamamını okumasını tavsiye ediyoruz.

[4] a.g.e., s. 238-243

[5] Enver Hoca - 70. Doğum Yıldönümü Albümü, Halkın Yolu Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 1978, s. 9.

[6] Leon Trotsky, The Revolution Betrayed: What Is the Soviet Union and Where Is It Going?, Labor Publications, Detroit, 1991, s. 236-237.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder