28 Ocak 2025

Çeviri:

Lev Trotskiy benim dedemdi

Esteban Volkov’la söyleşi

Söyleşiyi yapan: Wladek Flakin

11 Aralık 2017

Suikastçılar onu öldürmeye çalıştıklarında Esteban Volkov on üç yaşındaydı. Çünkü dedesi Lev Trotskiy'di. Şimdi doksan bir yaşında olan Volkov, Trotskiy'nin anısını Meksiko'daki bir müzede yaşatıyor.

Bina Coyoacán’daki sayısız villadan biri: çok yüksek bir duvarın ardında yer alan, bahçeli bir ev. Coyoacán, eskiden Meksiko’nun dışında sanatçıların dinginlik aradığı kırsal bir kasabaydı. Bugün ise megakentin ortasında, bir metro istasyonuna birkaç adım mesafede, gözde bir semt. Eğer otoyolun gürültüsü ve kokusu olmasaydı, evin kaktüslerle dolu bahçesi tam anlamıyla bir cennet olurdu.  

Biz eve vardığımızda, Volkov üzerinde gri bir takım elbise ve başında, Brezilya İşçi Sendikaları Federasyonu (CUT)'a ait kırmızı bir beyzbol şapkasıyla bizi bekliyordu. Derin çukur gözleri sert bir ifade taşıyor, ama kısa süre sonra gülmeye başlıyor. Hiçbir gözle görülür zorluk yaşamadan bizi, Trotskiy’in hayatının son yıllarını geçirdiği evde gezdiriyor. Kurşun deliklerini, örülmüş pencereleri, ağır çelik kapıları görüyoruz -bu da biraz hapishaneyi andırıyor. Şimdi tüm bunlar, çoğunluğu siyasi cinayetlere kurban gitmiş olan ailesine adanmış bir müze haline getirilmiş. 

Trotskiy, 1929'da Sovyetler Birliği'nden ayrılmak zorunda kaldı ve Türkiye'deki Büyükada'ya sürgün edildi. Birkaç yıl sonra Türkiye'den ve ardından Fransa ile Norveç'ten de sınır dışı edildi. [*] 1937 yılında Meksika'dan sığınma hakkı aldı.  

Trotskiy’in kızı Zinaida Volkova, 1933’te ağır bir depresyonun etkisiyle intihar etti ve geride Vsevolod "Seva" Volkov adında küçük bir erkek çocuk bıraktı. Genç Seva, Nazilerden kurtulmak için Paris'e sığınan ve ardından Stalinist ajanlarca öldürülen amcasının yanında kısa bir süre kaldıktan sonra, sonunda Meksika’da dedesinin yanına taşındı.

Ünlü devrimciyle birlikte geçirdiği, kaktüs toplama gezilerine katıldığı ve suikast girişimlerinden kıl payı kurtulduğu o ayları hâlâ hatırlıyor. Ancak 20 Ağustos 1940'ta Trotskiy’in şansı tükendi. Bir Stalinist ajanın saldırısında hayatını kaybetti.  

Ancak yaşam devam etti. Sedov, Meksika vatandaşı oldu ve adının İspanyolca versiyonunu benimsedi: Esteban. Kimyager olmak için eğitim aldı ve doğum kontrol haplarının endüstriyel üretimi için bir yöntem geliştirdi.  

Bununla birlikte, büyükbabasının mirasını asla unutmadı. Sedov, 1989'dan beri Lev Trotskiy Evi Müzesi'nin (Museo Casa León Trotsky) müdürü olarak görev yapıyor.  

Wladek Flakin: Lev Trotskiy ile ilgili ilk anılarınız neler?

Esteban Volkov: Alfred ve Marguerite Rosmer ile birlikte Paris'ten bu eve ilk geldiğimde on üç buçuk yaşındaydım. Aradaki tezat çok keskindi. Avrupa kışın gri, gri ve yine griydi. Amcam Lev Sedov’un ölümünden sonra duygusal olarak yara almıştım ve keder dolu, karanlık bir iklimden geliyordum. Sedov, Şubat 1938'de öldü. Dul eşi beni himayesinde tutmak istiyordu; bu yüzden dedem avukatlara başvurmak zorunda kaldı. Nihayet Ağustos 1939'da Coyoacán'a geldim.

İlk izlenimim şuydu: Renkler! Her yer rengârenkti. Meksika renklerle dolup taşan bir ülke. O zamanlar burası Meksiko’dan uzakta, küçük bir köydü. Şehre ulaşmak için pancar ve mısır tarlalarının arasından geçmek gerekiyordu. Yağmur yağdığında ise toprak yollar adeta nehirlere dönüşüyordu.  

WF: Burada kendinizi daha güvende hissediyor muydunuz?  

EV: Kısmen. Ama Stalinist gizli servis burada da faaldi. İlk suikast girişimi 24 Mayıs 1940'ta gerçekleşti. Yatağımın altına saklandım. Suikastçılar üç farklı yönden yatak odama girdi ve tabancalarıyla yatağıma ateş etti. Yedi ya da sekiz kurşun sıktılar, bunlardan biri ayak başparmağıma isabet etti.  

WF: Bir çocuğa mı ateş ettiler?  

EV: Evet, tabii ki. Birçok Trotskisti öldürdüler ve Trotskiy'in tüm ailesini yok etmeye çalıştılar. Trotskiy'in Rusya'da kalan, siyasete ilgi duymayan oğlu Sergey Sedov da öldürüldü.  

Mayıs 1940'ta ABD'den gelen Sheldon Harte adında genç bir koruma görevlisi vardı. Stalinist bir ajandı; saldırganlara kapıyı o açmıştı. Sonrasında onu öldürüp cesedini şehrin dışındaki bir parka gömdüler. Stalinist arşivlerde, yoldaşlarını eleştirdiği söyleniyordu -çocuğu öldürmeyi planladıklarını bilseydim bu işe karışmazdım, demiş.  

Bu nedenle hain ilan edildi. Stalinist sistem böyle çalışıyordu: Bir şey ters gittiğinde mutlaka suçlayacak birini bulurdunuz. Bu olayda da Amerikalıyı suçlamak kolaydı: Harte'ın Trotskiy'i uyardığı ve Trotskiy'in de bodrumda saklandığı ileri sürülüyordu.  

Bu hikâye defalarca bu şekilde filme çekildi. Ama bu saçmalıktan ibaret. Sanki dedem beni yalnız bırakmış gibi.  

WF: Gerçekte neler yaşandı?  

EV: Dedem uyuyabilmek için ilaç almış. Ateş açıldığında, bunun önce Meksika'daki bir dini kutlama sırasında patlatılan havai fişekler olduğunu sanmış (gülüyor). Eşi Natalya hemen harekete geçmiş. Onu sürükleyerek ayağa kaldırmış, karanlık bir köşeye götürmüş ve hayatını kurtarmış.  

WF: Saldırıdan sonra neler oldu?  

EV: Stalinistler, bunun Trotskiy'in kendi düzenlediği bir oyun olduğunu iddia etmeye çalıştılar. Burada çalışmış olan bir polise ve iki aşçıya yalan ifade vermeleri için para verdiler. Üçü de o gece gardiyanların gergin olduklarını ve geç saatlere kadar dedemin ofisinde bir şeyler konuştuklarını söyledi. Başlangıçta polis bu yalana inandı.  

Ancak, olaya yirmiden fazla kişi -gangsterler ve Stalinistler- karışmıştı. Bir barda saldırıyla ilgili övünen birini yakaladılar. Komünist Partisi’nin önderlerinden ünlü ressam Alfaro Siqueiros komployu yönetmişti. Siqueiros kısa bir süre hapis yattı, ardından Şili'ye göç etti.  

WF: Bundan sonra evde hayat nasıl değişti?  

EV: Önceden arkadaşlarla birlikte sık sık kırlara kaktüs toplamaya giderdik. Büyükbabam tam bir kaktüs hayranıydı. Meksika'da kaktüslerin birçok çeşidi vardı ve esas zorluk yeni türler bulmaktı. Çakıllı yollarda saatlerce arabayla yolculuk ederdik.  

İlk suikast girişiminden sonra bu geziler tamamen sona erdi. Ben her gün okula gitmeye devam ediyordum, ama dedem adeta evine hapsedilmiş gibiydi.  

Bu ev aslında İtalyan bir aile tarafından kiralanmıştı. ABD'deki Trotskist parti para toplayarak evi satın aldı. Bu sayede tahkimatlar yapıp pencereleri örerek çatıda koruganlar inşa edebildiler. Trotskiy, bir sonraki suikastın öncekinin basit bir kopyası olmayacağını biliyordu.  

WF: Başka bir yere gitmeniz mümkün değil miydi?  

EV: Aynı şey olurdu. Trotskiy'in sekreterleri, yeterince doğru önlem almadıkları için eleştirildi. Ancak Trotskiy, yalnızca kısa bir ek süre kazandığının farkındaydı. Belki ömrü birkaç ay daha uzatılabilirdi. Ama Stalin, Trotskiy'den kurtulmak için her türlü yöntemi göze almıştı. Üç ay sonra, Katalan Ramón Mercader bunu başardı.  

WF: 20 Ağustos 1940'ta evde miydiniz?

EV: Cinayetin hemen sonrasında eve geldim. Köşede, polislerin gözaltına aldığı bir adam gördüm. Mercader, yirmi yıl hapis cezasına çarptırıldı.  

WF: Dedeniz günlük yaşamda nasıldı?  

EV: Sevecen biriydi ve güçlü bir mizah anlayışına sahipti. Olağanüstü bir canlılığa ve tükenmez bir enerjiye sahipti. Eğer Trotskiy'i canlandıracak bir aktör arayacak olsaydık, bu rolü en iyi şekilde oynayabilecek tek kişi Kirk Douglas olurdu (gülüyor). Douglas, dedemin karakteristik azmine sahipti.  

Trotskiy birçok dil konuşuyordu. Amerikalı muhafızlarla İngilizce, Çekoslovak sekreteri Jan Bazan ile Almanca, sekreterlerinden Jean van Heijenoort ile ise Fransızca konuşurdu. Benimle de Fransızca konuşurdu.  

WF: Aranızda Rusça konuşmuyor muydunuz?  

EV: Hayır, artık Rusçayı unutmuştum. Evdeki sekreterlerin çoğu Amerikalıydı. Trotskiy'in sürgün olarak Meksika'da kalabilmesi için hükümetin dayattığı koşullardan biri, iç siyasete karışmamasıydı -bu yüzden Meksikalı yardımcılar tutmamız mümkün değildi.  

WF: Ama Trotskiy'in Meksika siyaseti üzerine çok sayıda makalesi var.  

EV: Meksika hakkında takma adla birkaç yazı yazdı, ancak ülkenin iç siyasetine hiç karışmadı.  

WF: Trotskiy'in ölümünden sonra eve ne oldu?  

EV: Burada yaşamaya devam ettik. Natalia 1962'de öldü ve Trotskiy ile birlikte bahçeye gömüldü. 1965'te askerler evi işgal etti; bu, hükümetin Trotskist düşüncelere sahip öğrencilere karşı bir intikam girişimiydi (gülüyor). Ancak birkaç ay sonra bizi çağırdılar; evi ne yapacaklarını bilemiyorlardı, bu yüzden biz de tekrar taşındık.  

On beş yıl daha kaldık ve sonra müzeyi açtık. 1990 yılında Müze iltica hakkı enstitüsünü de içerecek şekilde genişletildi. Evin boş squash salonları [**] yenilenerek bir oditoryum, sergi alanı ve kütüphane haline getirildi.  

Ben her zaman siyasetten marjında kaldım. Dedem sekreterlere şöyle demişti: Torunumla konuşacağınız zaman ona siyasetten bahsetmeyeceksiniz.  

WF: Trotskiy'in günümüzdeki önemi nedir?

EV: Sosyalizmin insanlığın geleceğini belirleyeceğine dair sarsılmaz bir inancı vardı. Bundan en ufak bir şüphesi yoktu. Ancak tarihin saati, çoğu zaman insanın arzu ettiğinden daha yavaş işler. Bir insan ömrü, tarihsel döngülerle karşılaştırıldığında çok kısadır.

Ancak insanlığın hayatta kalabilmesi için farklı bir toplumsal örgütlenme biçimine ihtiyaç duyduğu tartışılmaz. Kapitalizm, her zaman yıkıcılıkta yeni zirvelere ulaşır.

[*] Trotskiy, Fransa ve Norveç'ten sınır dışı edilmiştir. Ancak, Türkiye'den kendi isteğiyle ayrılmıştır; sınır dışı edilmemiştir. (k.ü.)

[**] Volkov’un sözlerinden evde squash sporu için özel olarak tasarlanmış kapalı oyun alanları bulunduğunu anlaşılıyor. Bu da Trotskist hareket satın almadan önce villanın varlıklı bir aileye ait olduğunu gösteriyor.

Kaynak:Leon Trotsky Was My Grandfather”, Jacobin

25 Ocak 2025

Çeviri:

Trotskiy’le bir araya gelişimiz üzerine

Raymond Molinier [*]

1929 yılının şubat ayı başlarında, Trotskiy'in karşı-devrimci faaliyetlerde bulunduğu gerekçesiyle SSCB'den sürgün edildiğini öğrendik. Zorla Konstantinopolis’e giden bir gemiye bindirilmişti. Trotskiy’in sınır dışı edilmesi, Siyasi Büro tarafından alınan bir karardı ve tüm Trotskistleri kapsıyordu. Trotskizm’e karşı yürütülen sürek avı giderek şiddetlenmekteydi. Hemen tek bir fikir etrafında birleştik: “Gitmemiz lazım.” Konstantinopolis’te sürekli olarak Trotskiy’i ortadan kaldırma tehdidinde bulunan çok sayıda Beyaz Rus mülteci olduğunu biliyorduk. Pazlar ve Rosmerler ise sakin kalmamızı ve durumu etraflıca değerlendirmemizi öğütlediler.

Trotskiy’in içinde bulunduğu durumu öğrenir öğrenmez onun yanına gitmeye karar verdim. Uluslararası durumu ve Fransa’daki gelişmeleri onunla tartışmanın tam zamanıydı.

Molinier (sağda) İstanbul'da Trotskiy'le birlikte
Tek sorun yolculuk için gereken parayı bulmaktı. Derhal, o sıralar Londra’da çevirmenlik yapan Jeanne’a bir telgraf çektim ve hemen kardeşim Henri’yi görmeye gittim. Bize, yani bana ve yoldaşlarım Gourget ve Segal’e bu yolculuk için gereken parayı sağlayabilecek tek kişi oydu. O dönemde Banque Industrielle et Commerciale’de yönetici ve muhasebeci olarak çalışan Henri’nin, deri tüccarları olan ‘Labinal ve Rocoul’un şirketine’ bir süreliğine ‘işletme sermayesi kredisi vermekten’ başka seçeneği bulunmuyordu. Tam tutarı hatırlamıyorum, fakat bu miktar, İstanbul’a Simplon Orient Ekspresi’yle üç bilet almaya ve yolculuk masraflarını karşılamaya yetmişti.

Mart ayının sonunda, Maurice Paz’dan birkaç gün sonra Gare d’Austerlitz’de efsanevi Orient Ekspresi’ne bindik. Yolculuk sorunsuz geçti. Trotskiy, yaşları yirmi beşi henüz bulmamış bu üç genç aktivistin kendisine yardıma geldiğini öğrenince acaba ne düşünecekti?

Yine de faydalı olmakta kararlıydım.

Üç gün sonra İstanbul’a vardık ve Rus Büyükelçiliği’ne gittik. [**] Elçiliğin ne yola çıktığımızdan ne de gelişimizden haberi vardı. Bizi, Trotskiy’e katılma talebimize alayla tepki veren üç polis memuru bir odada karşıladı. Polislerden biri Fransızca olarak, “Kızıl Muhafızlarından geriye kala kala bunlar mı kalmış?” diye küçümseyici bir yorum yaptı. Orada beklememizi söylediler. Bu macerada başımıza gelebilecek her türlü olasılığı düşünüyor ve endişeleniyorduk. O sırada Jeanne aklıma geldi; muhtemelen o da bize katılmaya hazırlanıyordu.

En nihayet, iki saat kadar sonra görevli, İhtiyar’ın oğlu olduğunu hemen anladığımız genç bir adamla geri döndü. Çok geçmeden bizzat Trotskiy de geldi. Bizi sıcak bir şekilde karşıladı. Trotskiy akıcı bir Fransızca konuşuyordu ve uzun yolculuğumuz boyunca hazırladığımız sorulara büyük bir sabırla cevap verdi. Ancak, genel ve spontane bir tartışmaya girmek istemedi. Hazırlıklarımızı yapabilmemiz için bizi yalnız bıraktı ve ertesi sabah buluşmak üzere sözleştik. Üçümüz de Konstantinopolis’te, Trotskiy’in dairesine çok uzak olmayan bir otelde kaldık.

Ertesi sabah çalışmak için daha rahat ve güvenli bir yer ayarlamamı önermesini söyledim. O da bu fikri kabul etti. Büyükada’daki 'İzzet Paşa' konağının sahibiyle anlaşmaları ben yaptım. Jeanne’a mümkün olan en kısa sürede bize katılması için bir telgraf gönderdim. Jeanne Büyükada’ya vardığında, hepimiz konağa birlikte yerleştik: Trotskiy ve eşi Natalya, Lev Sedov, torunu Sieva, Avusturyalı Jacob Franck (sonradan GPU ajanı olduğundan şüphelenildi), Jeanne ve ben. Bu durum İhtiyar’ın çok hoşuna gitti. Çok sayıda yoldaş İhtiyar’ı görmek için geldiğinden, konağa sürekli birileri girip çıkıyordu. Bu süreçte pek çok iş yaptık. Daha ilk andan itibaren bana, bir konferansın düzenlendiği Atina ile temas kurma ve bizi rahatsız eden konuları, özellikle de parti meselesini gündeme getirme görevi verildi. Konferansın yönelimi ve kararları üzerinde etkili olmak için Yunanistan’a gittim.

Temmuz ayının başlarında askerlik görevimi yapmak üzere Paris'e geri dönmek zorunda kaldım. İhtiyar'dan ve ev halkından büyük bir üzüntüyle ayrıldım. Jeanne’dan orada kalıp sekretarya çalışmalarında Trotskiy’e destek vermeye devam etmesini ve Natalya’ya ev işlerinde yardım etmesini rica ettim. Jeanne bunu hemen kabul etti. Yaz başından itibaren Pierre ve Denise Naville, Gérard Rosenthal, Rosmerler ve van Heijenoort, Trotskiy’e katıldılar. Büyükada ile sürekli iletişim halindeydim: İhtiyar bana düzenli mektuplar yazarak Komünist Enternasyonal’i yeniden Leninist çizgiye oturtmak için Fransa’da Komünist Muhalefet adına bir günlük gazete çıkarmamız gerektiğini söylüyordu.

Rosmer, Gourget, Pierre Frank, Naville, Rosenthal ve ben, aramızda bazı fikir ayrılıkları da yaşayarak, 15 Ağustos 1929’da la Vérité'nin ilk sayısını yayımladık.

Kaynak: Bu makale, Trotskiy'in ölümünün 50. yıldönümü sebebiyle 1990 yılında Fransa'da yayımlanan Rouge dergisinin özel sayısından alınmıştır. Makalenin İngilizce çevirisi Ted Crawford tarafından yapılmıştır.

[*] Raymond Molinier (1904-1994), Fransız Trotskist hareketinin önde gelen isimlerinden biridir. Paris'te doğan Molinier, 1929'da La Vérité adlı dergiyi kuranlardan biriydi ve 1936'da Pierre Frank ile birlikte Parti Communiste Internationaliste'nin kuruluşunda önemli bir rol oynadı. II. Dünya Savaşı sırasında Fransa dışında faaliyet gösterdi ve savaşın ardından Fransa'ya döndü. Molinier, hayatı boyunca Trotskist hareketin aktif bir üyesi olarak kaldı ve Latin Amerika'da da siyasi faaliyetlerde bulundu. (k.ü.)

[**] Molinier, Sovyetler Birliği'nin İstanbul Başkonsolosluğu'na yanlışlıkla “elçilik” diyor. (k.ü.)

22 Ocak 2025

 Çeviri:

Trotskiy’in restore edilmiş Stalin biyografisi üzerine Esteban Volkov’un yorumları

Ağustos 2016’da, Meksika’nın başkenti Meksiko’daki Coyoacan semtinde yer alan Trotskiy Evi Müzesi’nde, Trotskiy’nin tamamlanmamış son önemli eseri olan Stalin biyografisinin, son derece titiz bir çalışmayla hazırlanmış yeni baskısının tanıtımı yapıldı. Aşağıda, Trotskiy’nin torunu Esteban Volkov’un bu yeni baskı hakkındaki değerlendirmesinin yer aldığı kısa bir video ve Volkov'un sözlerinin bant çözümünün Türkçe çevirisi bulunuyor.

Burada, devrimci Lev Trotskiy'in, 20 Ağustos 1940'ta Stalin'in bir celladı tarafından öldürüldüğü çalışma odasındayız. Trotskiy, bu masada en önemli siyasi ve tarihi eserlerinden birini yazıyordu. Birçok kişinin düşündüğünün aksine, aslında bu kitabı yazmayı hiç istememişti. Onun asıl ilgilendiği konu, daha önce yalnızca gençlik yıllarını kapsayan bölümünü yazdığı Lenin'in biyografisini tamamlamaktı. Ancak, ekonomik sıkıntılar ve ailenin karşı karşıya olduğu dar boğaz nedeniyle, bu çalışma için iyi bir ödeme yapacağı söylenen Harper Brothers'ın teklifini kabul etti.

Hiç şüphe yok ki, bu biyografinin yazılmaya başlanması, Lev Trotskiy’in öldürülmesini hızlandırdı. Çünkü Stalin, bu eserden gerçekten korkuyor ve yayımlanmasını istemiyordu. Trotskiy bu kitabı tamamlayamadı ve hepimiz, eserin yayımlanmasına tanıklık edecek kadar yaşadık. Amerikalı çevirmen Malamud çeviriyi üstlenmişti, ancak Trotskiy onun yaptığı işten pek memnun kalmamıştı. Trotskiy’in öldürülmesinden sonra yayın kurulu, biyografinin düzenlenmesi işini bile Malamud’a emanet etti. Ancak Malamud, mevcut malzemenin büyük bir kısmını dışarıda bırakarak ve pek çok kişisel açıklama ekleyerek bu eseri neredeyse mahvetti.

Kitabın yayımlanması, Amerikan hükümetinin eliyle birkaç yıl ertelendi. Çünkü o dönemde Roosevelt ile Stalin arasında son derece dostane ilişkiler vardı; adeta ABD ile Sovyetler Birliği arasında bir balayı yaşanıyordu. Sonunda, yaklaşık 500 sayfalık bir kitap olarak yayımlandı, ancak bu eser, Lev Trotskiy’in yazdıklarının tamamı değildi; çarpıtılmış bir versiyonuydu.

Bu kitabın, Trotskiy’in hayatının son evresinde, siyasi düşüncelerinin ve Marksist çözümleme kapasitesinin en olgunlaşmış olduğu dönemde yazıldığını belirtmek gerekir. Bu eser hak ettiği ilgiyi görmeliydi, ancak İngiltere'deki Marksist Eğilim grubundan dostlarımız, kitabın eksiksiz versiyonunu yayımlama gibi zorlu bir görevi üstlenene dek bu gerçekleşemedi. Bu görev, on yıldan uzun süren yoğun bir çalışma gerektirdi. Öncelikle, Malamud tarafından Harvard arşivlerinden çıkarılmış tüm materyalleri bir araya getirmek zorunda kaldılar. Nihayetinde, Marksist metodolojinin ve dönemin Marksist atmosferinin yardımıyla, tüm bu çalışma koordine edilerek kitap Trotskiy’in fikirlerine uygun bir mantıksal ve siyasi düzene kavuşturuldu.

Doğal olarak, artık binden fazla sayfadan oluşan bu kitabı yayımlamış durumdayız. Bu, büyük bir başarıdır ve Hayatım ile Rus Devriminin Tarihi'nin yanında Trotskiy’in başyapıtlarından biri olarak kabul edilebilir. Bu muhteşem ve önemli çalışmayı gerçekleştiren yoldaşları yürekten kutluyorum.

16 Ocak 2025

A birthday celebrated at Smolny, the headquarters of the October Revolution

On 12 January 2025, I published a Turkish translation of a passage from the foreword of Trotsky’s autobiography, My Life, under the title Leon Trotsky: A Self-Portrait. [*] In the opening paragraph of this passage, Trotsky remarks upon the striking coincidence of his birthday falling on the same day as the October Revolution, writing:

By the time this book is published, I shall have reached my fiftieth birthday. The date coincides with that of the October Revolution. Mystics and Pythagoreans may draw from this what ever conclusions they like. I myself noticed this odd coincidence only three years after the October uprising.

As recounted by Nadezhda A. Joffe in her memoir, Back in Time: My Life, My Fate, My Epoch, it was her father, Adolf Abramovich Joffe, who reminded Trotsky of this interesting coincidence. She describes the moment in vivid detail:

Once my father came home towards morning, tired but happy. He said, "Congratulations, we have taken power." We set off for Smolny. I saw Trotsky, who was so exhausted he was barely able to stand. I remember how my father smiled and said to him, "Congratulations, Lev Davidovich." The latter, obviously thinking that my father was referring to the recent events, replied, "Congratulations to you, too." My father kept on smiling and said, "No, I'm congratulating you personally, Lev Davidovich, on your birthday." Trotsky looked at him with surprise, then slapped his palm against his forehead, began to laugh and said, "I completely forgot! And, I might add, it's not a bad way to celebrate a birthday." (Nadezhda A. Joffe, Back in Time: My Life, My Fate, My Epoch, (trans.) Frederick S. Choate, Labor Publications, 1995, Michigan, pp. 8-9.)

From Nadezhda Joffe's account, we understand that Trotsky's memory was slightly mistaken on this matter. Contrary to his recollection of realising the overlap three years later, it was actually Adolf Abramovich Joffe, Trotsky's long-time comrade and close friend, who drew his attention to it on the very day of the uprising.

Adolf A. Joffe, a leading figure among the Bolsheviks and later the Left Opposition, faced severe political repression as Stalin's bureaucratic dictatorship consolidated power. In 1927, Joffe tragically took his own life in protest against Trotsky’s expulsion from the Bolshevik Party.

Born in 1906, Adolf Joffe's daughter, Nadezhda, followed in her father’s footsteps, becoming an active participant in the revolutionary struggle against Stalinist totalitarianism. In her memoir, Back in Time: My Life, My Fate, My Epoch, she provides a poignant account of the hardships endured by her family and their dedication to revolutionary principles. This book stands out as the sole memoir penned by a member of the Left Opposition during the post-Stalin era of the Soviet Union. Nadezhda Joffe passed away on 18 March 1999 at the age of 92.

[*] The 17th, 18th, and 19th paragraphs of My Life’s foreword.

14 Ocak 2025

Ekim Devrimi’nin karargâhı Smolni'de kutlanan bir doğum günü

12 Ocak 2025 tarihinde Trotskiy’in Hayatım adlı otobiyografisinin önsözünden aldığımız bir pasajı, Lev Trotskiy: Otoportre başlığı ile yayımladık. Bu pasajın ilk paragrafında Trotskiy, yaş gününün Ekim Devrimi ile aynı güne denk geldiğini belirterek şöyle diyor:

Yaş günüm Ekim Devrimi ile aynı güne denk geliyor. Mistikler ve Pisagorcular bundan diledikleri sonucu çıkarabilirler. Ben ise bu garip tesadüfü Ekim ayaklanmasından ancak üç yıl sonra fark ettim.

Bu ilginç tesadüfü Trotskiy'e hatırlatan kişi ise, Nadejda A. Joffe'nin Back in Time: My Life, My Fate, My Epoch başlıklı anı kitabında anlattığına göre, babası Adolf Abramoviç Joffe'dir. Nadejda A. Joffe, kitabında bu olayı şöyle aktarıyor:

Bir gün babam sabaha karşı eve yorgun ama mutlu bir şekilde geldi. "Tebrikler, iktidarı ele geçirdik" dedi. Smolni'ye doğru yola çıktık. Trotskiy'i gördüm, o kadar bitkindi ki ayakta durmakta zorlanıyordu. Babamın gülümseyerek ona "Tebrikler, Lev Davidoviç" dediğini hatırlıyorum. Trotskiy, babamın son olaylardan bahsettiğini düşünerek, "Sana da tebrikler" diye yanıtladı. Babam gülümsemeye devam ederek, "Hayır, seni kişisel olarak tebrik ediyorum, Lev Davidoviç, yaş günün kutlu olsun" dedi. Trotskiy ona şaşkınlıkla baktı, sonra avucunun içiyle alnına vurarak gülmeye başladı ve "Tamamen unutmuşum! Ama eklemeliyim ki, yaş günü kutlamak için fena bir yol değil" dedi. (Nadezhda A. Joffe, Back in Time: My Life, My Fate, My Epoch, (çev.) Frederick S. Choate, Labor Publications, 1995, Michigan, s. 8-9.)

Nadejda Joffe’nin anılarından hafızasının Trotskiy’i bu konuda yanılttığını anlıyoruz. Trotskiy Ekim Devrimi ile kendi yaş günü arasındaki çakışmayı devrimden üç yıl sonra değil, ayaklanmanın gerçekleştiği gün, uzun yıllardır yoldaşı ve yakın dostu Adolf Abrovomiç Joffe sayesinde fark etmiş.

Bolşeviklerin ve sonrasında da Sol Muhalefet’in önderlerinden biri olan Adolf A. Joffe, Stalinist bürokratik diktatörlüğün yükselişiyle birlikte ağır siyasi baskılara maruz kaldı ve 1927 yılında Trotskiy’in Bolşevik Partisi’nden ihraç edilmesini protesto etmek için intihar etti.

Adolf Joffe'nin kızı olan Nadejda, 1906 doğmludur. Babasının izinden giderek Stalinist diktatörlüğe karşı Sol Muhalefet’in yürüttüğü devrimci mücadele içinde yer aldı. Nadejda Back in Time: My Life, My Fate, My Epoch başlıklı anı kitabında, ailesinin ve kendisinin yaşadığı zorlukları ve verdikleri devrimci mücadeleyi anlatır. Bu, aynı zamanda Stalin sonrası Sovyetler Birliği’nde bir Sol Muhalefet üyesi tarafından yazılmış tek anı kitabıdır. Nadejda 18 Mart 1999’da 92 yaşında hayata gözlerini yumdu.

12 Ocak 2025

Çeviri:

Lev Trotskiy: Otoportre

Lev Trotskiy’in, Stalinist bürokrasinin yalanlarla dolu taarruzuna karşı gerçekleri ortaya koymak amacıyla Büyükada’da kaleme aldığı ve 1930 yılında yayımlanan Hayatım başlıklı otobiyografisi, bugüne kadar yazılmış en olağanüstü siyasi ve edebi metinlerden biridir. Aşağıda, Trotskiy’in bu kitabın önsözünde siyasal hayatının kilometre taşlarını özetlediği üç paragrafın Türkçe çevirisine yer verilmektedir. (Başlangıçta mevcut Türkçe çeviriyi hızlıca gözden geçirmenin yeterli olacağını düşünmüştüm; ancak üzerinde çalışmaya başladıktan kısa bir süre sonra bu pasajı İngilizcesinden yeniden çevirmenin daha doğru olacağına karar verdim.)

Lev Trotskiy (1930'lu yıllarda)
Bu kitap yayımlandığında elli yaşıma girmiş olacağım. Yaş günüm Ekim Devrimi ile aynı güne denk geliyor. Mistikler ve Pisagorcular bundan diledikleri sonucu çıkarabilirler. Ben ise bu garip tesadüfü Ekim ayaklanmasından ancak üç yıl sonra fark ettim. Dokuz yaşına kadar ücra, küçük bir köyde yaşadım. Sekiz yıl boyunca okula gittim. İlk kez, okuldan ayrıldıktan bir yıl sonra tutuklandım. Üniversite olarak kendi dönemimin birçok insanı gibi hapishane, Sibirya ve yurtdışı sürgünlerini bilirim. Çar'ın hapishanelerinde iki ayrı dönemde toplam dört yıl yattım. Çarlık sürgününde, ilk seferinde yaklaşık iki yıl, ikincisinde birkaç hafta geçirdim. Sibirya'dan iki kez kaçtım. Yabancı bir göçmen olarak, çeşitli Avrupa ülkelerinde ve Amerika'da toplam on iki yıl -iki yıl 1905 Devrimi'nden önce ve on yıla yakın bir süre de bu devrimin yenilgisinden sonra- yaşadım. 1915 yılında, savaş sırasında, Hohenzollern Almanyası’nda [*] gıyaben hapis cezasına çarptırıldım; ertesi yıl Fransa ve İspanya'dan sınır dışı edildim. Madrid hapishanesinde kısa bir süre kaldıktan ve Cadiz'de [**] bir ay polis gözetiminde tutulduktan sonra Amerika'ya sınır dışı edildim. Şubat Devrimi patlak verdiğinde oradaydım. New York'tan yola çıktıktan sonra, Mart 1917'de İngilizler tarafından tutuklandım ve Kanada'daki bir toplama kampında bir ay boyunca gözaltında tutuldum. 1905 ve 1917 devrimlerine katıldım. 1905'te ve 1917'de Sankt Petersburg Temsilciler Sovyeti'nin başkanlığını yaptım. Ekim Devrimi'ne etkin bir biçimde katıldım ve Sovyet hükümetinin bir üyesi oldum. Dışişleri Halk Komiseri sıfatıyla Brest-Litovsk'ta Almanya, Avusturya-Macaristan, Türkiye ve Bulgaristan delegeleriyle barış müzakerelerini yürüttüm. Ordu ve Donanma İşlerinden Sorumlu Halk Komiseri olarak, yaklaşık beş yılımı Kızıl Ordu'nun örgütlenmesine ve Kızıl Donanma'nın yeniden yapılandırılmasına adadım. 1920 yılında buna ek olarak, ülkenin karmaşa içindeki demiryolu sisteminin yönetimini de üstlendim.

Ne var ki, iç savaş yılları dışında, hayatımın ana uğraşı parti çalışmaları ve yazınsal faaliyetler oldu. 1923 yılında Devlet Yayınevi toplu eserlerimi yayımlamaya başladı. Daha önce yayımlanmış olan askeri konulardaki beş cildi saymazsak, yayınevi toplam on üç cilt yayımlamayı başardı. 1927'de, “Trotskizme” yönelik baskıların özellikle yoğunlaştığı bir dönemde, eserlerimin basımı durduruldu.

Ocak 1928'de, şimdiki Sovyet hükümeti tarafından sürgüne gönderildim; Çin sınırında bir yıl kaldım; Şubat 1929'da Türkiye'ye sürgüne gönderildim ve şu an bu satırları Kostantiniye'den (İstanbul'dan) yazıyorum.

[*] Hohenzollern Hanedanı, 1871'de Alman İmparatorluğu'nun kurulmasıyla birlikte Almanya'nın yönetimini üstlenmiştir. Bu hanedan, Prusya Krallığı'nın da hükümdar ailesiydi ve Almanya'nın birleşmesinde kilit bir rol oynamıştır. Hohenzollern Hanedanı'nın egemenliği, I. Dünya Savaşı'nın sona erdiği 1918 yılında, monarşinin kaldırılması ve Almanya'nın Weimar Cumhuriyeti'ne dönüşmesiyle sona ermiştir. (k.ü.)

[**] Cadiz, İspanya'nın güneybatısında, Endülüs bölgesinde yer alan ve kökleri antik döneme uzanan tarihi bir şehirdir. (k.ü.)

Kaynak: https://www.marxists.org/arch        ive/trotsky/1930/mylife/index.htm

08 Ocak 2025

Çeviri:

Netflix ve Rus Hükümeti, Trotskiy’e iftira etmek için iş birliği yapıyor

2019 yılının başlarında, Lev Trotskiy’in torunu Esteban Volkov ve eş merkezleri Meksika ve Arjantin’de bulunan CEIP-LT (Lev Trotskiy Çalışmaları, Araştırmaları ve Yayınları Merkezi), “Trotsky” adlı iftiralarla dolu bir mini diziyi kınayan bir imza kampanyası başlattı. İlk olarak 2017 yılında Rusya’da üretilip Channel One’da [Kanal Bir] yayımlanan dizi, 2018 yılında Netflix tarafından satın alınarak uluslararası izleyiciye sunuldu.

Kampanya metni Esteban Volkov tarafından kaleme alındı.

Aşağıdaki çeviri, Gerçek gazetesinin internet sitesinde yayımlanan “Netflix skandalına karşı Trotskiy’i savunmak için uluslararası imza kampanyası” başlıklı metinden alınmıştır. Ancak bu çeviri üzerinde, dilini daha akıcı ve doğal bir Türkçeye uyarlamak için, metnin anlamını koruyarak çeşitli ikincil nitelikte değişiklikler yaptım ve tespit ettiğim dilbilgisi hatalarını düzelttim. (k.ü.)


ABD’li eğlence şirketi Netflix, Alexander Kott ve Konstantin Statskiy’in yönettiği mini dizi Trotsky’yi bir süredir kendi internet platformu üzerinden yayınlıyor. İlk olarak Kasım 2017’de, geniş bir izleyici kitlesine sahip devlet kanalı Rusya Federasyonu Kanal Bir’de yayınlanan ve Rus devrimci Lev Trotskiy’in hayatını anlatma iddiasındaki bu dizi, aslında tarihsel drama kılığına bürünmüş bir politik saldırıdan ibaret. En amatör tarihçilerin bile kolayca fark edebileceği tarihsel çarpıtmalara ev sahipliği yapan bu dizi, şu önemli soruyu akla getiriyor: Rus Devrimi’nin üzerinden yüz yıl geçmişken, Vladimir Putin’in kontrolündeki devlet kanalı neden yüksek bütçeli bir prodüksiyonla Trotskiy’i konu alan bir dizi yapmayı tercih etti?

KGB’de üst düzey yöneticilik yapmış olan Putin’in Stalinist geçmişi ve Büyük Çarlık Rusya’sına duyduğu özlem apaçık ortadayken, Rus devlet televizyonunun Lenin ile birlikte Ekim Devrimi’nin en önemli iki önderinden biri olan Trotskiy’in hayatını ve mücadelesini dürüst ve tarafsız bir şekilde yansıtması beklenemezdi. Peki, Trotskiy hakkındaki yalanlara bu dizi aracılığıyla yeniden can vererek Putin neyi amaçlıyor? Kapitalizm Rusya’da hâlihazırda yeniden tesis edilmiş ve ne yeni Rus burjuvazisine ne de ülkeyi son 18 yıldır yöneten Putin’e yönelik ciddi bir tehdit söz konusuyken, Ekim Devrimi’nin önderlerine neden bu denli saldırılıyor? Ve dünya çapında milyonlarca kişiye ulaşan bir medya platformu olan Netflix, neden böyle bir diziyi yayınlamayı seçti?

Dizide yer alan başlıca tarihsel çarpıtmalar şunlardır:

1. Tam anlamıyla bir belgesel niteliği taşımamakla birlikte, dizinin yaratıcıları olgulara dayandıklarını iddia etmektedir. Ancak dizi, SSCB’nin bürokratikleşme süreci ilerledikçe, emperyalistler, Çarlık yanlıları ve Stalinistler tarafından Trotskiy ve takipçilerini itibarsızlaştırmak amacıyla ortaya atılmış yalanları tekrarlamaktadır. Oysa bu yalanlar, 1937 yılında Dewey Komisyonu tarafından Meksika’da yürütülen özel bir soruşturma sonucunda çürütülmüş ve Trotskiy, Moskova Duruşmaları’nda kendisine yöneltilen tüm suçlamalardan aklanmıştır.

2. Tüm tarihsel kanıtların ve çağdaşlarının tanıklıklarının aksine, Trotskiy dizide benmerkezci, kendini bir Mesih gibi gören, otoriter ve -üstü kapalı bir şekilde Yahudi kökenleriyle ilişkilendirilerek- rekabetçi bir kişilik olarak tasvir edilmektedir. Yaşlılık döneminde ise, devrim sırasında işlediği “suçlar” nedeniyle duyduğu vicdan azabının işkencesi altında, sanrıların pençesinde kıvranmaktadır.

3. Frank Jackson (Stalinist ajan Ramón Mercader’in takma adı), dizide Trotskiy’in biyografisini yazmak amacıyla onunla ilişki kuran dürüst, eleştirel ve hassas bir Stalinist gazeteci olarak tasvir edilmektedir. Oysa gerçekte, Trotskiy Mercader’in Stalinist bağlantılarından habersizdir ve aralarındaki ilişki kısa görüşmelerle sınırlıdır. Bu görüşmeleri talep eden her zaman, NKVD üyesi olarak Trotskiy’i öldürmekle görevlendirilen Mercader olmuştur. Mercader, 1940 yılının ağustos ayında bu görevini yerine getirmiştir.

4. Dizi, Rus devrimlerini ciddi şekilde çarpıtmaktadır. İşçiler, köylüler, askerler ve Rus halkı, onlar adına tüm kararları alan Lenin ve Trotskiy gibi ihtiraslı önderlerin boyunduruğu altındaki köleleştirilmiş kitleler olarak tasvir edilmektedir. 1905 Sovyetleri, yalnızca bu önderlerin edilgen kitlelere nutuk çektiği platformlar olarak küçümsenmektedir. Sınıf mücadelesinin adı bile anılmazken, siyasi çatışmalar bireyler arasındaki ufak tefek çekişmelere ve intikam arayışlarına indirgenmektedir. Oysa gerçekte, 1917 devrimi, yalnızca Çarlık rejimini değil, geçici burjuva hükümetini ve Kornilov’un karşıdevrimci girişimini de mağlup eden, tarihin en büyük ve en radikal kitlesel hareketlerinden biriydi. Devrim, Bolşevik Parti’nin öncülüğünde, sömürülenler ve ezilenlerin aktif katılımıyla Sovyet iktidarını kurmuştu. Ancak dizi, devrimi sıradan bir iktidar mücadelesi olarak küçümsemekte, devrimcileri ise manipülatif psikopatlar olarak sunmaktadır.

5. Dizi Trotskiy’in kadınlarla olan ilişkilerini de çarpıtmaktadır. Kendisi de başlı başına büyük bir Bolşevik olan Aleksandra Sokolovskaya, Trotskiy’in iki kızıyla birlikte terk ettiği bir ev hanımı olarak resmedilmektedir. Oysa Aleksandra, Trotskiy’in 16 yaşındayken katıldığı ilk Marksist çevrenin önderiydi. Çift, kızlarıyla birlikte Sibirya’ya sürgün edildi. Aleksandra daha sonra Trotskiy’in Rusya’dan kaçmasına yardım ederken kendisi Rusya’da kaldı. Dizi, Trotskiy’in ikinci eşi Natalya Sedova’yı ise, güzelliğiyle Trotskiy’in gönlünü çalan, sonra onun sekreteri rolüne bürünen, hayatını kocasına adamış bir ev hanımı gibi göstermektedir. Ancak Natalya, devrim sonrası Sovyet Eğitim Komiserliği’nde görev yapmış ve iç savaş sırasında müzelerin ve antik eserlerin korunmasının sorumluluğunu üstlenmiştir.

Trotskiy’in çocuklarıyla olan ilişkisinin sunulma biçimi ise daha da sorunludur. Dizi, Trotskiy’i, devrim günlerinde bir suikast girişimi sırasında oğullarını kendine kalkan yapacak kadar bencil, politik hırslarına kapılmış, sorumsuz ve mesafeli bir ebeveyn olarak tasvir etmektedir. Trotskiy’in, oğullarının ölümünden dolayı hissettiği ve yaşamının sonuna kadar kurtulamadığı suçluluğa defalarca vurgu yapılmaktadır. Ancak, şaşırtıcı olmayan bir şekilde, bu çocukların ölümünde Stalinistlerin oynadığı rol hiç anılmamaktadır. Oysa gerçekte, çocuklarının dördü de özellikle de Lev Sedov ebeveynlerinin politik faaliyetlerini desteklemiştir. Lev Sedov, Trotskiy’in en yakın çalışma arkadaşı, destekçisi ve Rusya’da faaliyetlerini gizlice yürüten Sol Muhalefet’in esas örgütleyicisiydi. Büyük devrimci Larissa Reissner ise, zırhlı trende Trotskiy’e (öncelikli olarak cinsel bir ilişki üzerinden) eşlik eden ve onu baştan çıkaran bir femme fatale’e [*] indirgenmektedir. Oysa gerçekte Reissner, iç savaş hakkında yazılar kaleme alan bir yazardı. Beşinci Ordu içinde ve devrimde önemli bir yere sahipti. Volga filosunda görev almış, çatışmalara katılmış ve Alman Devrimi’nde yer almıştı. 1926’da hayatını kaybedene dek, en önde gelen Bolşevik kadın kadrolardan biri olarak bilindi.

6. Trotskiy’in Lenin ile devrim öncesinde ve sırasında olan ilişkisi, şartlara bağlı geçici uzlaşmalardan oluşan ve ego mücadeleleriyle gölgelenen bir ilişki olarak sunulmaktadır. Dizide bu mücadele öyle bir noktaya vardırılıyor ki, Lenin’in, bir aşamada Trotskiy’i balkondan aşağı atmayı düşündüğü ima ediliyor! Ancak dizi, Lenin’in Ekim Devrimi’nde oynadığı öncü rolü göz ardı etmektedir. Ayrıca, Eylül 1917’de, Lenin’in Bolşevik Partisi Merkez Komitesi’ni proletarya diktatörlüğünü kurmak üzere derhal bir ayaklanma başlatması gerektiğine ikna etmeye çalıştığı ve bu konuda Trotskiy ile hemfikir oldukları gerçeği de belirtilmemektedir. İktidar ele geçirildikten sonra, Sovyetler Kongresi’nin başlamasını beklerken, Lenin ve Trotskiy yere serilmiş battaniyeler üzerinde yan yana dinleniyor ve Kongre hazırlıklarını birlikte yürütüyorlardı. Öte yandan, Stalin yalnızca Lenin’in sekreteri olarak gösterilmektedir. Lenin’in Stalin’e dair gerçek değerlendirmeleri ise, vasiyetinde ve Gürcistan meselesi bağlamında Stalin’in “büyük Rus şovenizmi”ne yönelik eleştirilerinde açıkça görülmektedir.

7. Dizide, Alman İmparatorluğu ile yürütülen Brest-Litovsk görüşmeleri sırasında Trotskiy, Kayser’e karşı bir isyan başlatmak amacıyla propaganda bildirileri dağıtılmasını emreder. Bu girişim başarısızlıkla sonuçlanır ve ardından Alman taarruzuna meşruiyet sağlar. Antlaşmanın imzalanmasına karşı çıkanlar, gerçekte olduğu gibi, Sosyal Devrimci Parti değil, eski Çarlık generalleridir. Jackson ise Trotskiy’i, Rusya’yı Kazaklarla birlikte savunmadığı gerekçesiyle suçlar. Dizi, Rusya’daki kitlelerin en önemli taleplerinden biri olan I. Dünya Savaşı’ndan çekilmeyi resmiyete kavuşturan Brest-Litovsk Antlaşması’nın Sovyetler Kongresi tarafından onaylandığı gerçeğini görmezden gelmektedir. Ayrıca, müttefiklerden yanıt alınamaması üzerine Rusya’nın Almanya ile müzakerelere başlamış olması –ki bu müzakerelerde Alman Sosyal Demokrat Partisi emperyalist savaş politikalarını destekliyordu– da göz ardı edilmiştir. Lenin ve Trotskiy ise Brest görüşmelerini, dünya devrimini, özellikle de Alman devrimini, ileriye taşımaya yönelik bir platform olarak gördüler.

8. Trotskiy, Kızıl Ordu’yu kurmakla görevlendirildiğinde, dizide zırhlı treniyle cepheleri dolaşırken bir rock yıldızının, seks sembolünün ve bir cenaze töreninde köylülerin katledilmesini onaylayan bir caninin karışımı olarak tasvir edilmektedir. Dizide, aslında 1921’de gerçekleşen Kronstadt isyanı, 1918’de yaşanmış gibi gösterilmektedir. Trotskiy’in, isyanın önderini ölüme mahkûm etmek amacıyla sahte suçlamalar uydurduğu ve tanıkları bu kişinin aleyhine ifade vermeye zorladığı ima edilmektedir. Dizi, devrimci iktidara karşı yalnızca Çek saldırısına yer verirken, Kızıl Ordu’nun uçsuz bucaksız Sovyet topraklarının dört bir yanında mücadele ettiği 14 emperyalist orduya ve Çarlık yanlısı Beyazlara hiç değinmemektedir. Ayrıca yıllarca süren emperyalist ekonomik abluka da tamamen göz ardı edilmektedir. 1921 tarihli Kronstadt isyanını değerlendirirken, o dönemde garnizonun yapısının, devrimin öncüsü olduğu 1917 yılındaki durumdan tamamen farklı olduğu dikkate alınmalıdır. İsyanın karşı devrimci karakteri, olayların patlak vermesinden iki hafta önce hem uluslararası basında hem de Rus sürgünlerin yurtdışında yayımladıkları gazetelerde çıkan haberlerle açıkça doğrulanmıştır. Trotskiy bizzat Kronstadt isyanıyla ilgili haberlerin yayılmasının borsaları nasıl yükselttiğine de dikkat çekmiştir.

9. Dizide Üçüncü Enternasyonal’in kuruluşundan tek bir kez olsun söz edilmemekte; buna karşılık Trotskiy sürekli dünyayı fethetme arzusunu dile getirmektedir! Devrimin tarihi, Lenin’in ölümüyle sonlandırılmakta ve böylece Trotskiy tarafından kurulan Sol Muhalefet görmezden gelinmektedir. Ayrıca, karşı devrimci Stalin dönemi, Moskova Mahkemeleri ve neredeyse tüm Bolşevik liderlerin yanı sıra bürokratik rejime karşı olduğu düşünülenlerin maruz kaldığı tutuklamalar, işkenceler, toplama kampları ve infazlar tamamen silinmektedir. Tarihi baş aşağı eden dizi, Romanovlar’ın infazı da dahil olmak üzere her şeyi Trotskiy’in üzerine yıkmaya çalışmaktadır.

10. Jackson’un gerçek adı ancak son bölümde, bir NKVD görevlisinin kendisinden suikast görevini yerine getirmesini talep ettiği sırada ortaya çıkmaktadır. Hasta ve güçsüz olan Trotskiy, Jackson’u evine davet eder. Bu sırada Kanada büyükelçiliğinden gelen bir telgraf, Jackson’un aslında Mercader olduğunu haber verir. Trotskiy, Mercader’e vurur; Mercader ise Trotskiy’in odasının duvarında asılı duran bir buz baltasını alarak karşılık verir. Dizi, Mercader’in kendini savunmak için Trotskiy’i öldürdüğünü ima ederek Stalin’in, Trotskiy’in öldürülmesi için verdiği doğrudan talimatı gizlemektedir. Stalin, II. Dünya Savaşı koşullarının Trotskiy’in SSCB için öngördüğü politik devrimi tetikleyebileceğini biliyordu. Hem bu devrime önderlik etmek hem de sosyalist devrimin emperyalist ülkelerde gerçekleşmesini sağlamak amacıyla Trotskiy ve yoldaşları Dördüncü Enternasyonal’i kurdu. Ağustos 1939’da Hitler ile görüşen Fransız büyükelçisi Robert Coulondre, “Stalin ikili oynu suistimal etti” dedikten sonra şu uyarıda bulunur: “Korkarım ki bu savaşın gerçek kazananı Trotskiy olacak.” Böylece, emperyalist burjuvazi devrimin hayaletine bir isim vermiştir: Trotskiy.

Sonuç olarak, söz konusu dizi, Trotskiy adını taşıyan bu “canavar”ın öldürülmesini haklı göstermeyi amaçlamaktadır.

Biz, aşağıda imzası bulunanlar, emekçi sınıfların kapitalist sömürü ve tahakkümden kurtuluş mücadelesi tarihindeki bu en önemli olayı ve onun önderlerinin mirasını karalamaya çalışan bu çarpıtmayı kesin bir biçimde reddediyoruz.

Esteban Volkov (Trotskiy’in torunu) ve CEIP-LT (“Lev Trotskiy” Çalışmaları, Araştırmaları ve Yayınları Merkezi) (Arjantin, Meksika)

[*] Fransızca kökenli bir terimdir ve "ölümcül kadın" anlamına gelir. Genellikle, cazibesi ve çekiciliği ile erkekleri baştan çıkaran, ancak aynı zamanda tehlikeli ve yıkıcı olabilen kadınları tanımlamak için kullanılır. (k.ü.)

Kaynak:Netflix and the Russian Government Join Forces to Spread Lies About Trotsky”, CEIP-LT Centro de Estudios, Investigación y Publicaciones Leon Trotsky

06 Ocak 2025

Çeviri:

Esteban Volkov'un Barselona'da yaptığı konuşma

Esteban Volkov, 2003

Trotskiy'in torunu Esteban Volkov'un, dedesinin öldürülmesinin yıldönümü vesilesiyle Temmuz 2003 sonunda İspanya’nın Barselona şehrinde, bir siyasi eğitim çalışması kapsamında yaptığı konuşmanın metni.

Esteban Volkov

[Konuşma metni İspanyolcadan İngilizceye çevrilmiştir.]

Her şeyden önce tüm yoldaşlara ve Fundación Federico Engels'e [Friedrich Engels Vakfı’na] teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Dünya genelinde ezenler ve sömürenler tarafından statükoyu korumak amacıyla, sınıf mücadeleleri kapsamında yaratılan kafa karışıklıkları, tahrifatlar ve saptırmalar denizinde tarihsel gerçekleri yeniden ortaya çıkarmak çok büyük bir önem taşımaktadır.

Din konusunda uzman değilim ama dinin büyük bir gerçeği içerdiğine inanıyorum: cehennemin varlığı. Ancak sadece yeri konusunda küçük bir hata yapılıyor. Cehennem yerin altında değil, yeryüzünde, özel üretim ve sermaye imparatorluğunun egemenliği altında bulunuyor. Bu cehennemde, insanlığın dörtte üçü ya da belki daha fazlası yaşıyor. Gerçekleştirilen tüm teknolojik ve bilimsel ilerlemeler, işçileri ve doğal kaynakları daha etkin bir biçimde sömürmek için kullanılıyor.

Açlıktan ölmek ya da akıllı bombalarla ölmek arasında büyük bir seçim yapmak gerekiyor.

Aklımıza şu önemli soru geliyor.

Ekim 1917'deki o muazzam devrimi gerçekleştirmeye değer miydi? Stalinizm tarafından tahrip edilerek on milyonlarca insanın ölümüne ve devrimci hareketlerin büyük çoğunluğunun yok olmasına neden olan bu devrim, kapitalizmin en yıkıcı ve asalak evresinde bu sistemin hayatta kalmasına yardımcı oldu.

Bu sorunun cevabı çok açık ve bu konuda hiçbir kuşkuya yer yok. İnsanlığı kapitalizm ve bürokratik totalitarizm cehenneminden çıkarmak, insanın artık bir değer olarak kullanılmayacağı ve hak ettiği yeri alacağı yeni bir uygarlığa ulaşmak için; bütün bunları yapabilmek için hiçbir fedakârlık çok büyük ya da boşuna olmayacaktır.

Aklıma Trotskiy'in 4’üncü Enternasyonal'in kuruluşu vesilesiyle Amerikalı yoldaşlara hitaben söylediği şu sözler geliyor:

“Dünya üzerinde bundan daha büyük bir görev asla olmadı; partimiz bizden kendimizi tamamen ve bir bütün olarak vermemizi istiyor. Ama karşılığında bize en yüksek tatmin duygusunu veriyor: daha iyi bir geleceğin inşa edilmesine katılıyor olmanın bilinci. Omuzlarımızda insanlığın umutlarının bir parçasını taşıyoruz ve böylece hayatımızı boşuna yaşamamış olacağız.”

Devrimci Lev Trotskiy'in yaşamı bu sözleri doğrular niteliktedir. Tümüyle devrime adanmış ve en nihayetinde devrim uğruna feda edilen bir yaşam.

Trotskiy, bürokrasinin devrimi köstekleyen rolünü herkesten daha iyi anlamıştı. Yaşamının en önemli bölümü olarak gördüğü son kısmında, yeni bir devrimci öncü inşa etme ve Stalin'in bürokratik rejimine karşı mücadeleyi sürdürme, onun maskesini düşürme çabasına girişti. Trotskiy'in bu mücadelesi ve gösterdiği cesaret, Kremlin'deki zorbanın yüreğine korku saldı. Bu durum, LD’nin (Trotskiy) öldürülmesini Stalin'in başlıca hedefi haline getirdi.

Stalin, Trotskiy'i öldürebilmek için sınırsız ekonomik ve insan kaynağı tahsis etti ve nihayet 20 Ağustos 1940'ta amacına ulaştı.

Stalin ve cellatları, giderek daha fazla, tarihin çöplüğünde, Neroların ve Caligulaların dehşet galerilerinde hak ettikleri yere yerleşiyorlar.

Karşınızda konuşan kişi, Seva Volkov, Lev Trotskiy'in Meksika'daki yaşamının son dönemine tanıklık etmiş ve halen hayatta olan son kişidir.

Ağustos 1939'da Trotskiy ve Natalya ile yakın dost olan Rosmerlerle birlikte, daha önce Lev Sedov'un dul eşiyle yaşadığım Paris'ten Meksika'ya geldim. Bu büyük bir değişiklikti.

Jeanne ile Paris'teki yaşam, eşini, Lev Sedov'u kaybetmenin acısını yaşadığı için bir hayli zordu. 13 yaşındayken Meksika'nın Coyoacan şehrindeki -Viyana 19- eve geldim. Orayı küçük bir topluluk ve büyük bir aile olarak hatırlıyorum. Sosyalizmin küçük bir öncüsü; çalışma, dayanışma ve insani değerleri barındıran bir atmosfer... Şimdi görüyorum ki orası siyasal mücadelenin bir kışlasıymış. Natalya ve Lev Trotskiy'in etrafında farklı uluslardan, ama esas olarak ABD'den gelen bir grup genç yoldaş vardı; bunlar gönüllülerdi. Ve evde yapılan işlere katılıyorlardı: koruma görevi ve sekreterlik...

Evde her zaman yapılacak çok iş vardı. Trotskiy çok aktif ve canlıydı. Günlerinin sayılı olduğunu çok iyi biliyordu ve kalan bu az zamanda mümkün olduğunca çok iş yapmak istiyordu. Yoldaşların siyasi eğitimini asla aksatmadı. Bürosunda öğleden sonraları ya da akşamları sık sık toplantılar düzenlenir, tartışmalar ve polemikler yapılırdı.

LD'nin (Trotskiy) öne çıkan özelliklerinden biri sahip olduğu olağanüstü mizah duygusu, yoldaşlarına gösterdiği ilgi ve insani sıcaklığıydı; ancak aynı zamanda kurallar ve düzen konusunda da çok katıydı. Bir keresinde genç bir koruma görevlisi, Sheldon Hart, kapıyı açık bırakmıştı. Trotskiy öngörülü bir sezgiyle bu hatanın bağışlanamayacağını ve ilk kurbanın kendisi olabileceğini söyledi.

LD'nin belirtilmesi gereken bir diğer özelliği de insan emeğine duyduğu büyük saygıydı. Ayrıcalıkları ya da ayrımcılığı kabul etmezdi. Bir keresinde evde foseptik çukuruyla ilgili bir sorun yaşandığını hatırlıyorum; Trotskiy bizzat eline bir kazma almış ve lağımı temizleme işine girişmişti.

André Malraux'nun, onu kızdırmak için ölüm hakkındaki duygularını sorduğu zaman yaptığı bir yorumu hatırlıyorum. Trotskiy, sakin bir üslupla, bir insan hayattaki hedefini gerçekleştirdiğinde ölümün bir sorun olmadığını söylemişti.

Evde çok canlı bir hareketlilik vardı. Frida'nın evinden taşınalı çok olmamıştı. Evin yarısı yıkık bir haldeydi ve çok fazla tadilat gerekiyordu. Meksikalı bir yoldaş, Mequiades, tavuk kafeslerini ve tavşan kulübelerini inşa etti. Ayrıca, profesyonel fotoğrafçı ve uzman bir elektrikçi olan Alex Buckman güvenlik sistemini kurdu. En iyi fotoğraf arşivi ve Trotskiy’in son fotoğrafları, kısa bir süre önce ölen Alex Buckman tarafından çekilmişti.

Evle ilgili olarak başka yerlerde yapılan anlatımlarda çok sayıda hata ve tahrifat bulunmaktadır. Başlangıçta ev hiç de bir kale değildi. Sadece belirli bir yüksekliğe sahip olan duvarlarımız vardı ve içeride, kopmaları halinde alarmı çalıştıran bazı kablolar döşenmişti; ancak güvercinler yüzünden başımız çok ağrımıştı.

Meksika'daki Stalinist basın, sürekli olarak Trotskiy'e saldırıyor ve ona iftiralar atıyordu. Moskova'dan binlerce ruble getirildi ve bu paralar, yolsuzluğa bulaşmış gazetecilere cömertçe dağıtıldı.

1940 yılının başında, iftiraların ve saldırıların sayısında bir artış olduğunu gördük. Bunun üzerine Trotskiy şu yorumu yaptı: “Görünüşe göre bu gazeteciler, kalemlerini makineli tüfeklerle değiştirmek üzereler.” 24 Mayıs günü, ressam Alvaro Siqueiros'un liderliğindeki bir terörist çetesi eve girdi ve evin kontrolünü ele geçirdi. Bir grup, nöbetçi kulübelerinin önündeki bir ağacın arkasında mevzilendi. Öyle bir ateş açtılar ki koruma görevlileri hareket edemez hale geldi. Başka bir grup ise LD ve Natalya'nın peşine düştü ve bir Thompson ile üç farklı açıdan karanlığa ateş etti. Teröristlerden biri, benim uyuduğum odaya girdi ve o da ateş açtı. Trotskiy'in hayatta kalması gerçek bir mucizeydi. Bu, kısmen Natalya'nın hızlı tepki gösterip onu bir masanın altına iterek kendi vücuduyla koruması sayesinde oldu. Trotskiy, aldığı uyku haplarının etkisiyle uykulu bir haldeydi. İlk izlenimi, bunun havai fişeklerin atıldığı bir tür Meksika'ya özgü bir dini kutlama olduğuydu. Ancak barut kokusu ve saldırının yakınlığı, onu durumun başka türlü olduğuna ikna etti.

Saldırganlar gittikten sonra Trotskiy'in sesini duyduğumuzu ve evin yakınlarındaki kanalda hareket eden bir gölgeye doğru silahıyla ateş ettiğini hatırlıyorum. Çok geçmeden ailenin tüm üyeleri ve evde bulunan herkes bir araya geldi. Trotskiy, bu saldırıdan canını kurtarmış olmanın sevincini yaşıyordu. Kısa bir süre sonra telefonun çaldığını ve Trotskiy'in telefonu açıp küfretmeye başladığını da hatırlıyorum. Belli ki kendisine saldıranların bu şekilde bilgi almaya çalıştıklarını düşünüyordu. Ancak ortamın daha sakin bir hale gelmesine neden olan bir ayrıntı vardı; o da Sheldon'ın saldırganlar tarafından kaçırılmış olmasıydı.

Saldırıdan sonra, Amerikalı Trotskist partinin yardımıyla evde bazı değişiklikler yapıldı: demir kapılar, yeni pencereler ve koruma görevlileri için kuleler yerleştirildi... Trotskiy, tüm bu çalışmaların ne ölçüde işe yarayacağı konusunda biraz şüpheciydi. Bir sonraki saldırının aynı türden bir saldırı olmayacağına inanıyordu. Ve haklıydı da. Sylvia Ageloff'un erkek arkadaşı olan ve siyasetle hiçbir ilgisi bulunmayan Jackson'ın -cömert bir iş adamı olan ve koruma görevlilerine dostça davranan bir kişinin- GPU ajanı olduğunu kimse tahmin edemezdi. Nihayetinde, bu kişi Stalin'in isteklerini yerine getirmeyi başardı.

20 Ağustos günü okuldan dönüyordum ve uzun bir yürüyüş mesafesine sahip olan Viyana Caddesi'nden geçiyordum. Evden üç blok uzaktayken bir şeyler olduğunu fark ettim. Acele etmeye başladım ve endişeliydim. Açık olan kapının yanında birkaç polis memuru vardı. Yanlış park edilmiş bir araba gözüme çarptı. İçeri girdim ve korumalardan biri olan Harold Robbins'i gördüm, elinde silah vardı ve çok tedirgindi. Ona, “Neler oluyor?" diye sordum. Şöyle cevap verdi: “Jackson, Jackson...” Önce anlamadım ve yürümeye devam ettim. İki polis memurunun yanında, yüzü kanlar içinde bir adam gördüm. Çok kötü bir durumdaydı; bağırıyor ve çığlık atıyordu.

Bu sahne bana her zaman, büyük Stalinist “kahramanların” aldıkları tutumla karşılaştırıldığında, Trotskistlerin nasıl GPU'nun kurşunları altında, “Yaşasın Lenin ve Trotskiy!” diye bağırarak ve Enternasyonal'i söyleyerek direndiklerini ve öldüklerini hatırlatıyor.

Trotskiy, hâlâ Jackson'ın öldürülmemesi gerektiğini söyleyebilecek dirayete sahipti. Jackson'ın canlı kalması çok daha yararlıydı. Koruma görevlileri Jackson'ı dövdüler. Hansen, onu döverken elini kırdı. Bu adam, Healy tarafından ajan olmakla suçlandı.[*]

Sözlerimi Trotskiy'in vasiyetinin son cümleleriyle bitirmek istiyorum.

“Hayat çok güzel. Gelecek kuşaklar, onu tüm kötülüklerden, baskılardan ve şiddetten arındırsın ve tadını doyasıya çıkarabilsin.”

Çok önemli olduğunu düşündüğüm bir cümleyi atlamışım. “Partimize birçok yeni yoldaş gerekli siyasi eğitimi almadan katılacaktır ve onları eğitmek ve yetiştirmek daha deneyimli olan yoldaşların görevidir.” Burada düzenlenen bu eğitim çalışmasının amacı da tam olarak budur.

[*] Esteban Volkov'dan farklı olarak, bugüne kadar ortaya çıkmış olan kanıtların, Hansen'in Sosyalist İşçi Partisi ve dünya Trotskist hareketi içinde, önce Sovyet gizli polisi ve 1940'tan itibaren de ABD hükümeti için çalışan bir muhbir olduğunu açıkça ortaya koyduğunu düşünüyorum. Ayrıca, 2003 yılında bu konuşmayı yaptığı sırada Volkov'un Robert Sheldon Harte'ın da Stalinist bir ajan olduğundan haberdar olmadığı anlaşılıyor (k.ü.).

Kaynak:EstebanVolkov speaks in Barcelona”, In Defence of Marxism

04 Ocak 2025

Çeviri:

Bronştayn Ailesi'nin trajedisi

Alain Brossat, 1990

Trotskiy, Paris'te kızı Zinaida ile birlikte (1915)
Kızıl Ordu'nun kurucusu sürgüne gönderildikten sonra Bronştayn ailesine mensup olmak kolay bir şey değildi. Hayatta kalanlar, 1988 yılında Moskova'da bir araya geldiklerinde bedenlerinde yüzyılın felaketinin izlerini taşıyordu.

Aralık 1988'de Trotskiy’in torunu Esteban (Sieva) Volkov, Moskova’da kız kardeşi Aleksandra ve yeğeni Olga ile buluştu. Kanser hastası olan Aleksandra, bu buluşmadan birkaç hafta sonra hayatını kaybetti. [*] 1933’te sürgündeyken intihar eden Zinaida Volkov’un çocukları Sieva ve Aleksandra, Trotskiy’in sürgüne gönderilmesinden sonra birbirlerinden ayrıldıklarında henüz çocuk yaştaydılar.

Bu buluşma, her ne kadar bir tür geç kalmış bir telafi olsa da insanın ağzında acı bir tat bırakıyordu. Tüm bunlar, Pierre Broué’nin çabaları ve hem Meksikalı bir ressam hem de Sieva’nın arkadaşı olan Victor Serge’in oğlunun girişimleri sayesinde gerçekleşti.

Sieva, vizesini almak için uzun süre beklemişti [**] ve kız kardeşiyle buluştuğunda onun ölmek üzere olduğunu biliyordu. Konuştukları ortak bir dil yoktu ve bu beklenmedik aile toplantısında duygularını jestler, hediyeler, fotoğraflar ya da bir çevirmenin yardımıyla ifade ettiler. Her biri, amansız bir kader tarafından kovalanan Bronştayn ailesinin trajedisinin iki farklı yüzünü kendi tarzında temsil ediyordu.

SSCB'de yaşamakta olan Aleksandra, Kızıl Ordu'nun kurucusuyla olan ilişkisinin bedelini uzun yıllara yayılan sürgünlerle ödemişti ve kendi kökleri, 80'li yılların sonuna kadar hem kendisi hem de yakınları için bedeli kan ve gözyaşıyla ödenmiş olan dehşet verici bir aile sırrı olarak kaldı.

Sieva’ya gelince, anadilinden ve doğduğu ülkeden koparılmıştı, büyükbabasının Stalin’in gizli servisi tarafından acımasızca takip edilip öldürülüşüne istemeden de olsa tanıklık etmişti ve bu olay, onun için travmatik bir anıya dönüştüğünden sürekli olarak bundan söz etmekteydi. Sonunda gerçek bir Meksikalı haline geldiyse de bu, bir nevi lanetli hale gelmiş olan “Rus yarısını” kaybetme pahasına olmuştu. Rusçayı unutmuştu – tuhaf bir şekilde dedesiyle Fransızca konuşuyordu- ve 1988-89 kışında Moskova sokaklarındaki perestroyka ajitasyonuna ve başkentteki dükkanların yoksulluğuna şaşırarak ve hatta hayretler içinde kalarak tanık oldu.

Ancak, Memorial Hareketi tarafından düzenlenen “Vicdan Haftası” sergisini habersiz ziyaret ettiği sırada, organizatörlerce adeta yakalanıp alıkonulması ve yüzlerce ziyaretçi ile hareketin sempatizanlarından oluşan hıncahınç dolu bir salona büyük bir saygıyla takdim edilmesi son derece duygusal ve unutulmaz bir andı.

Gergin bir sessizlik içinde büyükbabasının öldürüldüğü koşulları bir kez daha anlattı. Ama söz Ramon Mercader'in kaderine ve Meksika hapishanesinde geçirdiği yılların ardından Moskova'da kendisine verilen nişanlara geldiğinde, sanki bir apse patlamış gibi oldu ve salonda tiksinti ve utanç dolu bir uğultu yükseldi: "Böyle bir şey mümkün mü? Bunu gerçekten biz mi yaptık!" Ardından, tüm Sovyet toplantılarında olduğu gibi, kendisine özenle katlanmış kâğıtlara yazılmış sayısız soru iletildi: tesadüfen bir araya gelmiş ve SSCB’nin 80’li yılların sonlarında geçmekte olduğu kolektif tarihsel psiko-analiz sürecinin etkisi altındaki bu dinleyici kitlesi, Sieva'nın yansıttığı lanetli tarih parçasından kendini bir türlü koparamıyor gibiydi.

Tarihin acımasızlığı, 1958'de doğmuş olan yeğeni Olga üzerinde ise bambaşka bir biçimde hüküm sürüyordu. O zamana kadar ‘kötü’ kökeni, onun gözünde yalnızca annesine pahalıya mal olduğunu çok iyi bildiği, kaderin bir armağanıydı. Bu küçük ‘farklılık,’ onun Rusya'nın başkentindeki herhangi bir genç çalışan annenin sıradan, yani kıtlıklar, uzun kuyruklar, barınma ve ulaşım gibi gündelik zorluklarla dolu bir yaşamı sürdürmesine engel olmamıştı.

“Amerika’daki amcası” Sieva’nın gelişiyle Olga ilk kez Batılılarla tanıştı, Marlboro sigarası içti ve Yuri Afanassiev ile Bernard Guetta gibi tanınmış kişilerle birlikte bir kooperatif restoranında (Sovyet standartlarına göre) ihtişamlı bir yemek yedi. Bu ortamda, tarih ona itibarını iade etmiş ve bir zamanlar sıkıntı kaynağı olan akrabalık bağı artık bir avantaja dönüşerek onu yeniden tanımlamış oldu. Dinledi, konuştu ve Trotskiy’in büyük torunu olarak tanınmaya istekli olduğunu açıkça ortaya koydu.

Ancak geçmişiyle olan bağları tam anlamıyla kopmuştu. Kendisine, İhtiyar’ın fikirlerini onaylıyor musunuz ya da onlara sempati duyuyor musunuz diye sorulduğunda, “Nereden bileyim ki? Yazdıklarının tek bir kelimesini bile okumadım!” yanıtını verdi. Peki, okuyacak mıydı? Elbette, ama ancak Rusça olarak yayımlandıklarında… Fakat bunun olmasını beklerken, işe büyük büyük dedesinin haklarını tam anlamıyla iade etmek ve ona Sovyet vatandaşlığını iade etmekle başlayabilirlerdi.

Olga için sonuçları annesine kıyasla daha az trajik olsa da onun durumunda ampütasyon tam anlamıyla gerçekleşmişti: genç ve 'sıradan' bir Sovyet kadını olan Olga, koşulların zorlamasıyla kendisine aktarılmış olan birkaç aile anısı dışında, dünya kültüründen ve kendi geçmişinden neredeyse tamamen kopuk bir yaşam sürdürmüştü...

Bronştayn ailesinin soy ağacı, esas olarak XX. yüzyılın kıyametlerinin yol açtığı kasvetli trajedilerin yalın bir imgesi olarak okunabilir: yüzyılın tüm büyük felaketleri, aile fertlerinin bedenlerine, dört bir yana dağılmış diasporalarına ve yaşadıkları savrulmalara adeta kazınmıştı.

[*] Doğrusu “birkaç hafta” değil, “birkaç ay” olacak. Bu blogda ABD’deki Socialist Action grubunun önderlerinden Alan Benjamin’in Esteban Volkov’la Aralık 1998’de yaptığı söyleşinin Türkçe çevirisini 2 Ocak 2025 tarihinde yayımladık. Söyleşiyi 1989 yılında ABD’de yayımlanmış olan Gorbachev's U.S.S.R.: Is Stalinism Dead? başlıklı derlemeden aldık. Kitabın editörü Carl Finamore, Volkov’la yapılan söyleşiye şu notu düşmüş: “Saşa, Sieva’nın Sovyetler Birliği’ne geri dönmesinden üç ay sonra, 10 Mart 1989’da öldü.” (k.ü.).

[**] Bu bilgi doğru değil. Volkov aynı söyleşide Benjamin’e vizesini üç gün içinde aldığını söylüyor (k.ü.).

Kaynak: Bu makale, Trotskiy'in ölümünün 50. yıldönümü sebebiyle 1990 yılında Fransa'da yayımlanan Rouge dergisinin özel sayısından alınmıştır. Makalenin İngilizce çevirisi Ted Crawford tarafından yapılmıştır.

02 Ocak 2025

Çeviri:

Trotskiy'in torunu Sovyetler Birliği'ne geri döndü

Lev Trotskiy’in torunu Esteban (Sieva) Volkov ile bu söyleşi, Socialist Action gazetesinin editörü Alan Benjamin tarafından 23 Aralık 1988’de yapılmıştır.

Esteban Volkov
Socialist Action: Moskova'ya yaptığınız beş günlük bir geziden yeni döndünüz. Bu, 57 yıl sonra Sovyetler Birliği'ne yaptığınız ilk ziyaretti. Seyahatinizin amacı neydi?

Esteban Volkov: Aralık ayı başında Pierre Broué'den bir telefon aldım, bana Moskova'dan yeni döndüğünü ve kız kardeşim Saşa'yı [Aleksandra Sahvalova, Volkov'un üvey kız kardeşi] bulduğunu söyledi. Fakat Saşa'nın ölümcül derecede hasta olduğunu ve muhtemelen fazla ömrünün kalmadığını da belirtti. Ertesi gün eşim Palmira ile birlikte Sovyetler Birliği'ne vize başvurusunda bulunmak üzere Meksiko'daki Sovyet Büyükelçiliği'ne gittik. Üç gün sonra vizemizin Moskova'da onaylandığını bildiren bir telefon aldık.

S.A.: Bunca yıl sonra kız kardeşinizin hâlâ hayatta olduğunu size düşündüren neydi?

Volkov: Bundan yaklaşık 12 yıl önce, Leova’nın [Trotskiy’in oğlu Lev Sedov] yakın çalışma arkadaşı olan ve o dönemde New York’ta yaşayan Lola Galin, bana Boris Pasternak’ın hayat arkadaşı Olga İvinskaya’nın yazdığı bir kitap hakkında çıkmış birkaç eleştiri yazısı gönderdi.

Olga İvinskaya anılarında kız kardeşimden bahsediyor. Hapishaneye ilk gönderildiğinde, Lev Davidoviç’e [Trotskiy] şaşırtıcı derecede benzeyen genç bir kadınla aynı hücreye konulmuş. Kadına “İhtiyar” ile bir akrabalığı olup olmadığını sormuş. Genç kadın onun torunu olduğunu söylemiş. İki kadın iyi arkadaş olmuşlar ve bu arkadaşlık günümüze dek devam etmiş.

Geçtiğimiz 10 yıl boyunca pek çok kez kız kardeşimi bulmaya çalıştım ama bir sonuç alamadım. Saşa bundan yaklaşık altı hafta önce ortaya çıkmaya ve Lev Davidoviç'in torunu olduğunu kamuoyuna açıklamaya karar verdi.

S.A.: Bize seyahatinizden bahsedin.

Volkov: Moskova'daki havaalanına vardığımızda, yanımda Paris ve Roma'daki bir dizi siyasi etkinlik sırasında edindiğim bazı kişisel belgeler vardı. Gümrük yetkilileri bu evrakı görünce bizi bir kenara çektiler, belgelerime el koydular ve üstlerini çağırdılar.

Üst düzey yetkililer geldiğinde, el konulan eşyalarımın iade edilmesini emrettiler ve bizi serbest bıraktılar. Anlaşılan glasnost bir hayli yol kat etmiş.

Aynı akşam kız kardeşimin evine gittik. Birbirimizi gördüğümüzde ne kadar sevindiğimizi tahmin edebilirsiniz. Kanseri ileri bir aşamada olmasına rağmen hep güler yüzlü ve iyimserdi. [Saşa, Sieva’nın Sovyetler Birliği’ne geri dönmesinden üç ay sonra, 10 Mart 1989’da öldü – ed.]

S.A.: Pierre Broué’ye göre, o da sizin hayatta olduğunuzu bilmiyormuş.

Volkov: Bu doğru. Uluslararası Kızılhaç ve diğer kurumlar aracılığıyla benimle ilgili bilgi almaya çalıştığını söyledi. Meksika’da olduğumu ona hiç söylememiş olmaları inanılması zor bir durum. Sanki ben gizli bir hayat sürüyormuşum gibi.

S.A.: Bize kız kardeşinizden bahsedin. Isaac Deutscher'e göre, 1930'ların ortalarında Stalin tarafından diğer “Halk Düşmanlarının Çocukları” ile birlikte hapsedilmişti.

Volkov: Aslında bu doğru değil. Stalin onun hayatını bağışlayıp bir tür rehine olarak tutmaya karar vermiş. [Trotskiy'in en büyük kızı Zina 1931'de tüberküloza yakalandığında, tedavi olmak için Berlin'e gitti, ancak Stalin yalnızca iki çocuğundan birini yanına almasına izin verdi. Zina 5 yaşındaki Sieva'yı yanına aldı ve 8 yaşındaki Saşa'yı geride bıraktı - ed.]

Saşa 1949 yılına kadar gözaltına alınmamış. Bundan önce babaannesiyle, yani Zina'nın ilk kocası Sahar Moglin'in annesiyle birlikte yaşıyormuş. [Zina, Saşa doğduktan iki yıl sonra Platon İ. Volkov adında bir öğretmenle yeniden evlendi. Ondan da Sieva adında bir çocuğu oldu -ed.]

Gözaltına alındıktan sonra Saşa, beş ay hapiste kalmış. Daha sonra Kazakistan’ın Balkaş kentinde 10 yıl sürgün cezasına çarptırılmış. Ancak Stalin'in ölümüyle bu ceza beş yıla indirilmiş.

Sürgün sırasında Anatoliy Pahvalov adında bir mühendis olan şimdiki kocasıyla tanışmış ve ondan şu anda 26 yaşında olan Olga adında bir kızı olmuş. Olga'nın 5 yaşında bir oğlu var. Saşa da bir kimya mühendisidir.

S.A.: Dedesi hakkında ne düşünüyor?

Volkov: Ona hedeflerimden ve tutkularımdan birinin dedemiz hakkındaki tüm gerçeğin ortaya konulması, adının temize çıkarılması ve bu kanlı Stalinist zulmün milyonlarca masum kurbanı için nihayet adaletin yerini bulmasını sağlamak olduğunu söyledim. Bu görüşlere tamamen katıldığını belirtti. Lev Davidoviç'e derin bir hayranlık duyduğunu dile getirdi.

S.A.: Moskova'da kaldığınız süre boyunca başka insanlarla görüştünüz mü?

Volkov: Evet. Gorbaçov yanlısı aylık Ogonyok dergisinin film ekibi, Lev Davidoviç'in Meksika'daki son yılları hakkında benimle uzun bir söyleşi yaptı ve kız kardeşimle de ilk kez, hayat hikâyesi üzerine bir röportaj gerçekleştirdiler.

Memorial grubu ile de bir araya geldik. Örgüt yöneticileri bizi, girişinde Lev Davidoviç'in büyük bir fotoğrafının göze çarpan bir biçimde sergilendiği Halkın Evi adını verdikleri ofislerine davet ettiler. Fotoğrafın altında insanları Trotskiy'in itibarının iade edilmesini talep eden bir dilekçeyi imzalamaya çağıran büyük bir yazı bulunuyordu.

Oraya vardığımızda, yan taraftaki bir oditoryumda yapılan grup toplantısında birkaç söz söylemem rica edildi. Bana orada yaklaşık 500 kişinin bulunduğu söylendi.

Ben de gruba hitap ederek yaptıkları muhteşem çalışmayı takdirle karşıladığımı belirttim. Ardından, istek üzerine, Lev Davidoviç'e dair hatıralarımı ayrıntılı bir biçimde anlattım ve yönelttikleri birçok soruyu yanıtladım.

S.A.: Yorumlarınız nasıl karşılandı?

Volkov: Büyük bir coşkuyla karşılandı. Onlara çalışmalarını sürdürmelerini ve hedeflerinden şaşmamalarını tavsiye ettim. Onlar da mücadelemizin ortak bir mücadele olduğunu söylediler.

Kaynak: “Trotsky’s Grandson Returns to the Soviet Union”, Gorbachev's U.S.S.R.: Is Stalinism Dead? içinde, Editör: Carl Finamore, 1. Baskı, 1989, San Francisco, s. 100-102