Vartan İhmalyan’ın siyasi otobiyografisi Bir Yaşam Öyküsü üzerine (3)
Vartan
İhmalyan’ın yüzeysel izlenimciliği
Vartan İhmalyan,
yaklaşık 11 yılda tamamladığı ve doğduğu 1913 ile 1979 yılları arasındaki 66
yıllık bir süreyi kapsayan siyasi otobiyografisi Bir Yaşam Öyküsü’nde,
bu yılların karmaşık jeopolitik ve ideolojik fay hatlarının birçok veçhesini
yansıtmaktan uzak duruyor. Yazarın kitabında yalnızca yüzeysel biçimde
değindiği ya da hiç yer vermediği birçok önemli konu ve gelişme var bu yıllarda yaşanmış olan. Elbette bu
eksiklik kitabın içeriğini önemli ölçüde zayıflatıyor. [*]
Bu durumun birden fazla nedeni olduğunu düşünüyorum. Ancak kanımca başlıca neden, İhmalyan’ın kitabının ana odağının Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) önderliğiyle -yani TKP Merkez Komitesi’ni oluşturan triumvira (Zeki Baştımar, İsmail Bilen ve Aram Pehlivanyan) ile- hesaplaşmak olması. Yazarın asıl amacı bu kişilerin maskelerini indirmek ve kendi perspektifinden gerçek yüzlerini bütün çıplaklığı ve çirkinliğiyle sergilemek.
İsmail Bilen ve Zeki Baştımar |
İnsan toplumlarını oluşturan bireylerde en ilkel deyişle "iyiler" ve "kötüler" varoldukça, belli bir toplumdan kalan ‘kötüler’in yeni toplumdaki ergilerden kendilerine en büyük çıkar sağlama tutkusu sürdükçe, toplumun tüm çabalarına karşın, iyi-kötü çatışmasında kimi zaman iyiler, kimi zaman kötüler üstün gelecekse de, ne iyiler üstün geldiklerinde kötüler yok olacak, ne de kötüler üstün geldiklerinde iyiler. (s. 13)
İhmalyan
kitabının sonlarına doğru TKP üyesi “iyilerin” ve “kötülerin” bir listesini
yapıyor:
1933 yılından beri TKP üyesi olan ben, birçok onurlu, temiz Türk komünistleri tanıdım: örneğin ilk ağızda, Göztepe Amerikan Koleji’nden arkadaşım olan rahmetli Rasih Güran, rahmetli Faris Erkman, rahmetli kunduracı Selâhattin, rahmetli tornacı Hakkı Usta, Müntekim, rahmetli Sabiha Sertel, Doktor Hayk Açıkgöz, rahmetli kardeşim Jak İhmalyan, Bilal Şen, Osman Alper, rahmetli doktor Şefik Hüsnü, Gün, Atilla, Veli Gündüz, Orhan ve benzerleri. Bunlar komünizme ondan bir şey almak için değil, ona bir şey vermek için gelmiş olan komünistlerdir.
Ardından, karşı kutupta yer alan ve kitap boyunca defalarca ağır sözlerle eleştirdiği iki "kötü"nün adını veriyor:
Ama ne yazık ki bunu, Yakup Demir’in (Zeki Baştımar) ölümüne neden olup, bugün partinin başında bulunan İ. Bilen (Laz İsmail, Marat, Erdem, Üstüngel) ve Aram Pehlivanyan (A. Saydan) için söyleyemeyeceğim. Diyebilirim ki, şimdiye dek TKP’nin başında bulunan hiç kimse bu ikisi kadar tutkulu, bunlar kadar bencil, bunlar kadar iktidar hırsı gözlerini bürümüş insanlar olmamıştır. (s. 300-301)
Yazar birkaç sayfa sonra ise siyasi otobiyografisini yazmasının temel nedenini şu sözlerle bir kez daha açıklıyor:
Benim ödevim, bir Komünist olarak, gerçekleri söylemek, gençliği uyarmak, her Komünisti salt Komünist olduğu için ülküleştirmemesini salık vermektir. (…) Evet, yine söylerim, her Komünisti salt Komünist olduğu için ülküleştirmemek gerek. (s. 309)
Görüldüğü gibi, İhmalyan, triumvira’yı oluşturan Baştımar, Bilen ve Pehlivanyan’ı birer komünist olarak kabul etmektedir; ancak ona göre bunlar kötü insan ve dolayısıyla kötü komünistlerdir.
Aram Pehlivanyan ve İsmail Bilen |
Fakat İhmalyan
burada da durmaz. Bir sayfa sonra, kendisinin sosyalist olarak adlandırdığı
ülkelerde “kötü komünistlerin” özellikle sorumlu mevkilerde bulunabilmesini,
“insan doğasıyla, insanın hayvan yanlarıyla, insandaki doymazlık tutkusuyla”
(s. 310-11) açıklamaya çalışır. Açıkça felsefi idealizmi temel alarak, sorunun
kökeninde doğal bir biçimde bireyleri birleştiren bir içsel genellik olarak ahistorik bir "insan doğası"nın yatıyor olabileceğini öne sürmekte bir sakınca
görmez. Oysa, sosyalizmin karşıtlarının sosyalizme saldırırken kullandıkları
demagojik argümanlar arasında en yaygın ve etkili olanlarından biri,
“sosyalizmin insan doğasına aykırı olduğu ve dolayısıyla uygulamada asla arzu edilen sonuçları vermeyeceği” iddiasıdır.
İzlenimcilik tarafından ağır biçimde sakatlanmış bir siyasi perspektife sahip olsa da kitabın bir
konuda hakkını teslim etmemiz gerekir. İhmalyan, TKP’yi yöneten ve kendisini tasfiye eden triumvira ile -özellikle
de Bilen ve Pehlivanyan’la- hesaplaşırken, bu partinin tarihinin karanlıkta
kalmış bir dönemini aydınlatmaya yönelik çok önemli bir katkıda bulunur.
Bunu
yapabilmesini sağlayan şeyin ne olduğunu, Bir Yaşam Öyküsü’nü yayına
hazırlayan tarihçi Mete Tunçay’ın “Okurken” başlığıyla yazdığı sunuş yazısında bulmak
mümkün. Tunçay şu yorumu yapıyor:
(…) Vartan’ın sonuna kadar sebatla sürdürdüğü solculuğu, iyi bir izci "moral"ine benziyor. 74 yıl yaşamış, ama âdeta hiç büyümemiş, dünyaya hep ortaokul çocuğu gözleriyle bakmakta. (s. 7)
Ancak Tunçay haklı olarak bunu yeterli görmeyerek, “Vartan İhmalyan’ın anıları, olanca iyi niyetine ve dürüstlüğüne
karşın, öznel bir bakıştan ileri gidememektedir” diye yazıyor ve ekliyor:
Geçmişte olup bitenler, henüz nesnellikle ortaya konulmayı, çözümlenmeyi, tartışılmayı, eleştirilmeyi, yargılanmayı ve değerlendirilmeyi beklemektedir. (s. 11)
Tunçay’dan farklı
olarak ben İhmalyan’ın sorununun “iyi niyetli ve dürüst olsa da öznel bir
bakışa” saplanıp kalmanın çok ötesine geçtiğini; yazarın bilimsellikten uzak,
yüzeysel izlenimciliği en saf ve aşırı haliyle benimseyen ahlakçı yaklaşımının
Marksizmle bağdaşan hiçbir yan taşımadığını, tersine açıkça anti-Marksist bir
tutum sergilediğini düşünüyorum.
[*] Bunların bir
kısmını ileride ele alacağız.
Devam edecek
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder