10 Eylül 2025

Vartan İhmalyan’ın siyasi otobiyografisi Bir Yaşam Öyküsü üzerine (6)

Vartan İhmalyan’ın kaleminden: Aram Pehlivanyan (3)

“Kötülüğün” erken belirtileri

Aram Pehlivanyan (1961)
Vartan İhmalyan, anılarını kaleme aldığı Bir Yaşam Öyküsü'nde, Aram Pehlivanyan’ın ileride sergileyeceği “kötücül” karakterin ilk işaretlerini 1940’ların başında, henüz 25 yaşındayken göstermeye başladığını ileri sürer. Pehlivanyan’ın kişiliğinde yenilgiyi kabullenememe, kırılgan bir ego, megalomani ve teşhircilik gibi özellikler bulunduğunu vurgular. Bu saptamasına örnek olarak, 1942 yazında deniz kenarında oynadıkları bir satranç maçını aktarır:

Bir gün evde otururken Aram Pehlivanyan geldi.

- Hadi, Fenerbahçe plajına gidip denize girelim; satranç takımını da al, oynarız, dedi.

- Bilirsin ki, ben acemiyim, benimle oynamaktan ne zevk alacaksın? Deyince:

- Zarar yok, bir parti oynarız, vakit geçer, dedi, ben de satranç takımını birlikte aldım.

Bağlarbaşı’ndan tramvaya binip, Fenerbahçe plajına gittik. Fenerbahçe dilinin başladığı yerde, Göztepe’ye bakan tarafında, çakıllı bir plaj vardı; gidip oraya oturduk. Aram satranç takımını elimden aldı, taşları dizdi, başladık oynamaya. Ben acemi olduğum için, düşüne düşüne oynuyorum, Aram’sa kendine güveni olduğu için, daha rahat oynuyor. Derken, öyle bir an geldi ki, bir adım sonra mat olacağını anlayınca, satranç tahtasını vurmasıyla taşları darmadağın edip savurması bir oldu. Aklı sıra, oyun sona ermemiş olduğuna göre, kendisi yenilmiş sayılmayacaktı; üstelik benim gibi bir acemiye… Kuşku yok ki, benim kazanmam bir rastlantıydı; ama, Aram’ın jesti, yenilgiye dayanamayan karakterini, megalomanlığını belirtiyordu. Oysa olup olacağı bir satranç oyunuydu. Ben hiçbir tepki göstermeden, taşları toplamaya başladım. (s. 80-81)

Pehlivanyan’ın bu sportmenlikten uzak, kaba ve öfkeli tepkisi, 25 yaşındaki bu genç adamın olgunlaşmamış bir ego yapısına sahip olduğunu düşündürüyor. Üstelik olayın özel bir ortamda değil, halka açık bir plajda yaşanması, sahneyi daha da utanç verici hâle getiriyor. Ne var ki, İhmalyan’ın anlatımına göre Pehlivanyan kısa süre sonra daha da rahatsız edici, hatta yüz kızartıcı bir davranış sergilemekten de çekinmemiş:

- Hadi, denize girelim, dedi, Aram.

Soyunup denize girdik. 15-20 dakika yüzdükten sonra çıktık, silindik. Ben, havlumu belime bağlamış olarak, yaş mayomu çıkarıp donumu giyerken bir de döndüm ki, ne göreyim? Aram Pehlivanyan anadan doğma soyunmuş, sağına soluna bakmıyor.

- Ayıp yahu Aram, dedim, dolayımızda kadınlar, kızlar var, hemen giyiniver!

Ne yanıt verirse beğenirsiniz:

- Zarar yok, hoşlarına gider, demez mi?!

"Pes!" dedim içimden. (s. 81)

İhmalyan’a göre, bu davranışlarla kendini belli eden kişilik bozuklukları, yıllar sonra Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) Merkez Komitesi’nde yer alacak Aram Pehlivanyan’ın yoldaşlarına ve partiye yapacağı kötülüklerin kökenlerinde yatmaktadır. (Daha önce İhmalyan’ın bu “tahlilini” aşırı derecede izlenimci ve Marksizm dışı bulduğumuzu söyleyerek eleştirmiştik; burada aynı şeyleri tekrar etmeyeceğiz.)

Şaibe iması

Nihayet, İhmalyan TKP’ye yönelik 1944 tutuklamalarıyla birlikte Pehlivanyan’la ilgili şaibeli bir durumun ortaya çıktığını ima eder. Yazar, itirafçı Aclan Sayılgan’ın büyük ölçüde polisten aldığı belge ve bilgilerle hazırladığı İnkâr Fırtınası ve Türkiye’de Sol Hareketler adlı kitaplarında, “1944 tutuklamalarını anlatırken Aram Pehlivanyan’dan hiç söz etmediğini, tutuklular arasında onun adı[nın] geçm[ediğini]” belirtir ve şöyle devam eder:

Oysa 1944’te Aram da tutuklanmıştı. Ve 1946 tutuklamalarında arkadaşlarını ele verdiği için, Harbiye Cezaevi’nde kimse kendisiyle konuşmaz olmuştu. Tutuklular arasında Aram adı geçmemesinin neyle açıklanabilir olduğunu kestiremiyorum.

Öte yandan Aclan Sayılgan, İnkâr Fırtınası adlı kitabında, Hasan Basri Alp’i, Hayk Açıkgöz’ün ele verdiğini yazıyor ki, bu, düpedüz yalandır. 1944’te Sansaryan Han’ın [*] altıncı katından -birinci şube- kendini sokağa atarak canına kıyan Basri’yi Hayk Açıkgöz ele vermiş olsaydı, 1946’da Harbiye Cezaevi’nde arkadaşların, Aram Pehlivanyan’la konuşmadıkları gibi, Hayk’la da konuşmamaları gerekirdi. Tam tersine, cezaevindeki arkadaşları Dr. Hayk Açıkgöz’ü hem sever, hem de sayarlardı. Kaldı ki, Hayk Açıkgöz, arkadaşlarını ele verecek adam değildir. Bu işte bir bit yeniği var, ama ne olduğunu bilmiyorum. (s. 99)

Pehlivanyan Harbiye Cezaevi'nde
İhmalyan’ın kitabında, triumvirayı oluşturan diğer iki isim, İsmail Bilen ve Zeki Baştımar’ın farklı yıllarda polis sorgularında takındıkları -yaygın olarak bilinen ve çoğu kez sert biçimde eleştirilen- tutumlara değinilmez. Ancak yazar, bugüne kadar hiçbir kaynakta rastlamadığımız bir adım atarak Aram Pehlivanyan’la ilgili de benzer bir şaibenin söz konusu olabileceğini ima eder.

Yine de şunu belirtmemiz gerekir: İhmalyan’ın bu konuda elinde yalnızca dolaylı, ikinci dereceden iki kanıt var. Bunlar, Aclan Sayılgan’ın iki kitabında 1944 tutuklamalarına ilişkin verdiği bilgilerde Pehlivanyan ve Hayk Açıkgöz hakkındaki göze çarpan eksiklik ve tutarsızlıklar ile 1946’da Harbiye Cezaevi’nde TKP mahkûmlarının Pehlivanyan’la konuşmayı reddetmeleri.

* * *

Böylece İhmalyan’ın siyasi otobiyografisinde Aram Pehlivanyan’la ilgili söylediklerini üç yazıda toparlamış, özetlemiş ve kısmen tahlil etmiş olduk.

[*] Doğrusu Sanasaryan Han.

Devam edecek

Ayrıca bkz.:





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder