Vartan İhmalyan’ın siyasi otobiyografisi Bir Yaşam Öyküsü üzerine (9)
Vartan İhmalyan’ın kaleminden: İsmail Bilen (3)
26 Şubat 2025’te yayımladığımız Stalin'in yabancı komünistlere yönelik katliamı başlıklı yazıda, Sovyetler Birliği’nde Stalinist terörün -özellikle de Büyük Terör yıllarının (1936-1939)- kurbanları arasında çok sayıda yabancı komünistin de yer aldığına işaret etmiştik:
O yıllarda Avrupa'daki rejimlerin yaklaşık yarısı faşist ya da yarı-faşist totaliter rejimlerdi. Pek çok komünist, sosyalist ve demokratik düşünce yapısına sahip insan, bu baskıcı rejimlerden kaçarak Sovyetler Birliği’ne sığınma arayışına girmişti. Ayrıca, iç savaşın ardından Kızıl Ordu ve Savaş Komiserliği’nde görev yapmış ve ülkelerine dönmeyerek Sovyetler Birliği’nde kalan birçok internasyonalistı da bulunuyordu.
Dolayısıyla, Büyük Terör’ü önceleyen 1930’lu yıllarda Sovyetler Birliği’nde on binlerce yabancı komünist ve komünizm sempatizanı yaşıyordu; ancak bu insanların çoğu, 1936-39 tasfiyeleri ve onu izleyen irili ufaklı Stalinist terör uygulamaları sırasında ağır baskılara uğradı ve hayatını kaybetti.
"Halk düşmanları" Yezhov'un pençesinde çırpınırken |
İtalya, Finlandiya, Avusturya, İspanya, Çekoslovakya, Fransa, Romanya, Hollanda, hatta Amerika ve Brezilya’dan birçok komünist tutuklandı ve öldü. SSCB’de yaşayan Batı Avrupalı komünist önderlerin ve eylemcilerin can vermelerine karşılık kendi ülkelerinde 1937-38 arasında hapiste yatanların çoğunun hayatta kalmış olması korkunç bir paradokstur. [*]
Çeşitli ülkelerin komünist partilerinin başında bulunan ve Stalinist teröre şu ya da bu nedenle paçasını kaptırmadan hayatta kalabilenler ise Kremlin’deki kliğe göbekten bağlanmışlardı; çünkü yalnızca bürokratik ve maddi ayrıcalıklardan faydalanmakla kalmıyor, aynı zamanda bu klikle suç ortaklığı yaparak yoldaşlarının yaşamlarını yitirmelerinde, işkencelere uğramalarında ya da türlü eziyetler çekmelerinde de ciddi sorumluluk taşıyorlardı.
Sovyetler Birliği’nde bulunan Türkiyeli komünistler arasında da bu şekilde ağır bedeller ödeyenler oldu, hiç kuşkusuz. Vartan İhmalyan, siyasi otobiyografisi Bir Yaşam Öyküsü’nde, hem Stalin döneminde hem de sonrasında Sovyetler Birliği ve diğer Varşova Paktı üyesi ülkelerde yaşayan Türkiyeli komünistlerin bazılarının ne tür ağır haksızlıklara uğradıklarına ve İsmail Bilen’in bu konudaki rolüne ilişkin çeşitli örnekler aktarıyor.
Sabiha Sümbül’ün tanıklığı
Salih Hacıoğlu |
Stalin ve Beria’nın yardımcısı ve Türkiye Komünist Partisi’nin alikıran başkeseni olan Marat (İ. Bilen) Sovyetlerde bulunan namuslu Türk komünistlerini Sibirya’lara sürgün ettirdi. Stalin’i destekleyerek de onun şerefine bade içti. Kendisi Sovyet dostu görünmek için, arkadaşlarını Sovyet düşmanı gösterdi.
Yoldaşlar, hepiniz iyi bilirsiniz ki, TKP’nin kurucularından olan, eşim Salih Hacıoğlu’ydu. 1949’da bizi tevkif ettikleri zaman, Marat Moskova’daydı. Partimizin önderi olan Marat’tan, Salih Hacıoğlu hakkında hiçbir şey sormadılar mı? Türk komünistleri için acaba parti temsilcilerinden sormayıp da kimden soracaklardı? O da o zaman temsilciydi. Tabii sordular. Ve Marat bizim tevkif edileceğimizi çok iyi biliyordu. Çünkü birkaç gün evvel Ali Sait’e: "Sen Salih’lere artık gitme. Onları tevkif edecekler," demiş. [**] Türk komünistlerini yok etmekte Marat hizmet etmiştir. (s. 268-269)
Süleyman Nuri’nin paranoyaya sürüklenişi
İhmalyan’ın yazdıklarından, Bilen’in TKP’nin kurucuları arasında yer alan Süleyman Nuri (1895-1966) hakkında da SBKP Merkez Komitesi’ne “Türk casusudur” diye rapor verdiğini öğreniyoruz.
Süleyman Nuri |
Süleyman Nuri’nin eşi Zinaida Hanım İ. Bilen’e başına geleni anlatınca [1936 yılının sonlarında Türkiye’ye gizlice girerken yakalanıyor-k.ü.] İ. Bilen (Laz İsmail) ne dese beğenirsiniz? "Aman, sakın bu işi kurcalamaya kalkma, Süleyman Nuri Türk casusu, senin de başın belâya girer," demez mi! Kadıncağız elbette inanmıyor İ. Bilen’in söylediğine, hiçbir şey demeden çıkıyor ve birkaç gün sonra Süleyman Nuri’nin silah arkadaşı, devlet adamı Anastas Mikoyan’a başvuruyor. Mikoyan da devlet kanalıyla işe karışıp, Süleyman Nuri’yi kurtarıyor ve adam dönüyor Sovyetler Birliği’ne. Bana bu olayı hem Zinaida Hanım, hem de Süleyman Nuri kendisi anlatmıştı. Dahası var: Süleyman Nuri döndükten sonra, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi’nden kendisini çağırıp bir rapor gösteriyorlar. Raporda Süleyman Nuri’nin Türk casusu olduğu ve daha başka bir sürü şey yazılıymış, ama Merkez Komitesi görevlisi kendisine, bu yazılanlara inanmadıklarını, Süleyman Nuri’yi doğru bir insan olarak tanıdıklarını söyleyip onu yatıştırıyor. Yatıştırıyor, ama Süleyman Nuri fitili alıyor: Ya beni gerçekten Türk casusu sanıp da başıma bir iş açarlarsa, diye tedirginleşip duruyor, işte Süleyman Nuri’nin herkesten kuşkulanması, işkillenmesi de bundan ileri geliyor. (s. 230)
İhmalyan, Nuri’nin yaşamının, bu şokun ardından pençesine düştüğü akut kuşkuculuk nedeniyle -Nuri’nin o korkunç terör yıllarında yaşadığı şokun paranoyak kişilik bozukluğuna yol açtığı anlaşılıyor- kısaldığını da öne sürüyor:
Daha önce de sözünü ettiğim gibi, Süleyman Nuri, silah arkadaşı, devlet adamı Anastas Mikoyan’ın aracılığıyla, tutuklu bulunduğu Türkiye’den dönüşünde, kendisine gösterilen İ. Bilen’in (Laz İsmail, Marat), kendisini Türk casusu diye jurnal eden raporunu okuduktan sonra iç dünyası yıkılmış ve Sovyet Partisi Merkez Komitesi’nin Süleyman Nuri’ye bu iftiraya inanmadığını söylemesine, ona emekli aylığı bağlamasına ve iki odalı bir ev vermesine karşın, her an kuşkudaydı acaba Türk casusu diye başıma bir iş açılır diye. Bu ruhsal durum adamcağızın hem sinirlerini hem de yüreğini bozmuştu. Çok az ve inandığı kişilerle ilişkisi vardı. Bunlardan bir rahmetli Sabiha Sümbül, Mehmet Remzi (Şükrü Baba), rahmetli kardeşim ve bendik, bir de eşi tarafından akrabalarıydı. (s. 255)
Herkesin herkesi potansiyel olarak ihbar edebildiği bu sistemde insanlar birbirlerine güvenemiyorlardı elbette. Böyle bir ortamda korku, güvensizlik ve kuşku bir savunma aracı, hayatta kalmanın bir yolu haline gelmişti. Ancak bu kalın kuşku kalkanı herkesi paranoyak yapmasa da -ki Süleyman Nuri örneğinde görüldüğü gibi bazılarını paranoyaya sürüklüyordu- insan ilişkilerini zehirleyen bir virüs gibi yayılıp toplumsallaşmıştı.
Kitabında Sovyetler Birliği’ndeki rejime toz kondurmamaya özen gösteren İhmalyan ise, Süleyman Nuri’nin yaşadıklarını anlattıktan sonra SBKP Merkez Komitesi’nin, suçlamanın asılsız olduğu anlaşıldığı hâlde, bu iftiranın hesabını sormaya yönelik hiçbir adım atmamış olmasına değinmiyor. Bu tutumu bırakın eleştirmeyi, tuhaf bulduğunu bile söylemiyor. Bunu yapsaydı, kitabında hiç yapmadığı bir işe girişmesi ve Stalinist rejimi sorgulamaya başlaması gerekecekti.
[*] Roy A. Medvedev, Let History Judge: The Origins and Consequences of Stalinism, İngilizceye çev.: Colleen Taylor, New York, Vintage Books, 1973, s. 222-223
[**] Sabiha Sümbül aynı konuşmada Ali Sait'in de Sibirya'da çalışma kampına gönderilen TKP'lilerden biri olduğunu söylüyor.
Devam edecek
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder