Vartan İhmalyan’ın siyasi otobiyografisi Bir Yaşam Öyküsü üzerine (7)
Vartan İhmalyan’ın kaleminden: İsmail Bilen (1)
1956’da Vartan İhmalyan, eşiyle birlikte TKP tarafından Budapeşte Radyosu’nun Türkçe servisinde çalışmakla görevlendirilir. İsmail Bilen’le teması da bu vesileyle başlar. İhmalyan, siyasi otobiyografisi Bir Yaşam Öyküsü'nde Aram Pehlivanyan’ın bu görevi kendisine şu sözlerle bildirdiğini aktarır:
- Ben, diyor, hani son savaş yıllarında Moskova radyosundan konuşan bir Erdem vardı ya, onunla görüştüm, radyonun adama ihtiyacı varmış, sizi salık verdim. (s. 145)
Pehlivanyan’ın sözlerini aktardıktan sonra İhmalyan, “Erdem” hakkında uzun bir parantez açar:
Yukarıda adı geçen, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Moskova radyosundan konuşan Erdem, Marat’ın, S. Üstüngel’in, İ. Bilen’in ta kendisi. Bunu yazmakta bir sakınca görmüyorum, çünkü İ. Bilen, son zamanlarda (1978) Yeni Çağ dergisinde çıkan biyografisinde, savaş yıllarında Moskova radyosunda çalışmış olduğunu bizzat kendisi yazdırmış bulunuyor. "Yazdırmış" diyorum, çünkü kendisi "ben şunu yaptım, bunu yaptım", diye kendi ağzından anlatmıyor yaptıklarını, bir başkası "İ. Bilen yoldaş şöyle yaptı, böyle yaptı" diye yazıyor. Bunda da şu kurnazlık göze çarpıyor: Biyografide öyle yaradana sığınıp atmalar var ki, bir gün biri çıkıp da o atmaların yalan olduğunu tanıtlayacak olursa, "Ben kendim yazmış değilim ki, yazan uydurmuş onları," diyerek sıyrılıverecek. Örneğin biyografisinin bir yerinde, İ. Bilen Moskova’ya Doğu Halkları Üniversitesi’ne okumaya gittiği zaman, orada sapık akımlara kapılmış kişilere rastlayıp, bunları Marksizm-Leninizm doğrultusuna yönelttiği yolunda birşeyler yazılı. Peki, Moskova’ya daha yeni giden, Türkiye’deyken tek bir yabancı dil bilmeyen İ. Bilen Marksizmi-Leninizmi nereden öğrenmiş ki, sapık akımlara kapılmış kişileri bu doğrultuya yöneltmeye kalkıyor? Kaldı ki, ben İ. Bilen’in Doğu Halkları Üniversitesi’ni bitirmiş olduğunu, ne o zaman bu üniversiteye devam etmiş olan Nâzım Hikmet’ten, ne kendisini çok iyi tanıyan Şükrü Baba’dan, ne de Baytar Salih Hacıoğlu’nun eşi Sabiha Sümbül’den işitmiş değilim.
Ne var ki, adam kendisini putlaştırmak gereksinimini duyan korkunç bir megaloman. Almış olduğu takma adlar bunu doğrulamıyor mu zaten? "Erdem" (fazilet), "Marat" (en seçkin Fransız devrimcilerinden), "Üstüngel" (herşeye üstün gelen), "Bilen" (herşeyi bilen!) gibi… (s. 145-146)
İhmalyan, Pehlivanyan’la Bilen’in nasıl tanıştığını da kendisine anlatılanlara dayanarak kısaca aktarır ve ardından Erdem’le ilgili parantezi kapatır.
Varşova’da bir “mühendis”
İhmalyan’ın İsmail Bilen’le ilk yüz yüze karşılaşması ise Varşova’da gerçekleşir. Bir Yaşam Öyküsü'nde bu buluşma, okurda adeta absürt bir tiyatro oyunundan fırlamış bir sahneyi okuyormuş hissi uyandırır:
Bir gün de, TKP’yi yurtdışında temsil etme hakkını kendisine kimin verdiğini şimdiye dek bilmediğim Marat’ın (Erdem, S. Üstüngel, İ. Bilen) Varşova’ya geleceğini haber aldık. Sevindim de, çünkü yurtdışında TKP’yi temsil eden kişiyi ilk kez görecektim.
İki gün sonra mıydı ne, ya Hayk’ın ya da kardeşimin oteldeki odasında otururken kapı çalındı, açtılar, Marat’tı gelen. Hepimiz ayrı ayrı sarıldık, öpüştük, kahveler içildi, sigaralar tüttürüldü ve söyleşiye başladık. Bir ara Veli Gündüz, Marat’a masanın üzerinde duran radyoyu göstererek:
İsmail Bilen
- Abi, dedi, "Bizim Radyo"yu bir türlü tutamıyoruz şununla (o zaman "Bizim Radyo" yayınlarına daha yeni başlamıştı [*]), nasıl etsek de alabilsek.
Marat:
- Ondan kolay ne var yahu, şu radyoyu şey yaparsın; şu şeyi var ya, şeye doğru çevirdin mi şey olur, bal gibi alırsın şeyi…. demez mi!
Buz kesildim. Aptal aptal birbirimizin yüzüne bakıyoruz, ne diyeceğimizi şaşırmış durumdayız.
Veli:
- Vallahi abi, hiçbir şey anlamadım!
Marat:
- Anlamayacak ne var canım! Şu yok mu, şu? Onu şey yapınca şey olur, şeyi çevirirsin şeye doğru ki, iki şey olsun, ondan sonra aldın gitti "Bizim Radyo"yu. Şimdi anlaşıldı mı?
Bir de soruyor anlaşıldı mı? diye. Dayanamadım:
- Abi, dedim, kusura bakma, ama ben mühendis olduğum halde, bir şey anlamadım.
Şöyle bir tepeden süzdü beni, ve:
- Ben de mühendisim! Ne olmuş yani, demez mi!
"Hay sen çok yaşa o mühendisliğinle!" diye geçiriyorum aklımdan. Vah, kılavuzu karga olan TKP vah! O TKP ki, uğruna üyeleri canlarını vermiş, cezaevlerinde, sürgünlerde yıpranmış, yöneticileri Karadeniz’de boğdurulmuş, kimi müdüriyetin altıncı katından sokağa atılmış, kimi işkenceler altında ölmüş….
(Beş altı yıl sonra bir gün Moskova’da, Marat’ın içini dışını çok iyi bilen Şükrü Baba’yla konuşurken:
- Abi, Marat mühendismiş, öyle mi? diye sorduğumda:
- Ne mühendisi be, ömründe hepsi üç dört ay tornacılık yapmıştır, o kadar demişti. (s. 163-165)
Bu pasajı okurken kendi kendime, İsmail Bilen’e tersten bir tecahül-i arif [**] yakıştırması yapılabilir mi, diye sordum. Yine de Dunning-Kruger Sendromu -yani bilgi ve beceri düzeyi düşük olmasına rağmen kişinin kendini olduğundan daha yetkin sanması hâli- Bilen’in durumunu tanımlamak için çok daha uygun görünüyor. Bunun Stalinist bürokratlar arasında yaygın bir durum olduğunu düşünüyorum.
[*] Bizim Radyo, yayına 1 Nisan 1958’de başladı.
[**] Tecahül-i arif, bildiği hâlde bilmiyormuş gibi davranan kişiyi tanımlayan eski dilde bir tamlama.
Devam edecek
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder