08 Ekim 2025

Vartan İhmalyan’ın siyasi otobiyografisi Bir Yaşam Öyküsü üzerine (11)

Vartan İhmalyan’ın kaleminden: İsmail Bilen (5)

Bu yazıyla birlikte Vartan İhmalyan’ın siyasi otobiyografisi Bir Yaşam Öyküsü başlıklı kitabını ele alan dizinin sonuna geliyoruz.

Elbette, bu dizi kapsamında değindiklerimizin dışında da İhmalyan’ın kitabında üzerinde durulmayı hak eden -yazarın kimi zaman yüzeysel biçimde değinip geçtiği, kimi zaman ise bilinçli bir suskunlukla geçiştirdikleri de dâhil- pek çok farklı ve önemli yön bulunuyor. Kim bilir, belki ileride kitabın bu yönlerine de farklı bağlamlarda yeniden dönmemiz gerekebilir.

Yazı dizisinde, Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) yönetimini elinde tutan triumviranın (Zeki Baştımar, İsmail Bilen ve Aram Pehlivanyan), partinin yurtdışındaki kadrolarının [*] 1960’lı yılların ortalarında dile getirdikleri eleştiri ve taleplere nasıl karşılık verdiğini bir ölçüde incelemeye çalıştık. Bu bağlamda, triumviranın tutumunun temel belirleyicisinin, hatırı sayılır maddi ayrıcalıklarını ve çıkarlarını koruma güdüsü olduğuna işaret ettik. Bıçaklı saldırı ve kaba fiziksel şiddet girişimleri de dâhil olmak üzere triumviranın yurtdışındaki TKP üyelerine karşı kullandığı mide bulandırıcı bürokratik manevraların tamamı, ancak bu temel etken göz önünde bulundurulduğunda gerçek anlamını bulur.

Üstelik, kendi ayrıcalıklarını TKP’nin yurtdışındaki varlığının esas amacına dönüştürmüş olan bu üç kişilik küçük alt-bürokratik kast, teorik formasyonlarının sığlığı nedeniyle, emsalleri arasında dahi zaman zaman alay konusu olmaktan kurtulamıyordu. Bu konuda İhmalyan, İsmail Bilen’i örnek olarak gösteriyor:

(…) İ. Bilen, kendisini tanıyan Sovyet yurttaşları arasında hiç sevilmezdi. Şimdiye dek onu tanıyan hiçbir Sovyet yurttaşından İ. Bilen hakkında iyi bir söz işitmiş değilim. Tam tersine, onun bilgisizliğiyle ve bilgiçlik taslamasıyla alay edildiğine çok tanık olmuşumdur. Çoğu zaman bana, "Nasıl, sizin genel sekreter İ. Bilen iyi yönetiyor mu partiyi?" diye alaylı alaylı sorulduğuna tanık olmuşumdur. (s. 231)

İhmalyan ve triumvira ile çatışan diğer TKP üyeleri ise, kendileri de Stalinist olduklarından ve geçimlerini bu ülkelerde aldıkları ücretlerle sağladıklarından, partilerinin yöneticileriyle yaşadıkları sorunların altında yatan maddi koşulları araştırmadılar. Sınıfların ve diğer toplumsal grupların mücadelelerini merkeze alan bir tahlil geliştirmeye, bu tahlilin üzerinde yükselen bir mücadele hattı oluşturmaya çalışmadılar. Felsefi idealizmin, ve onun en ilkel alt türlerinden biri olan izlenimciliğin girdaplarında kayboldular. Ekim Devrimi’nden doğmuş sosyalizme geçiş toplumunun içinden bir bürokratik katmanın yükseldiğini ve zamanla devlet iktidarını ele geçirdiği gerçeğini göremediler.

Sovyetler Birliği’nde iktidarı gasp eden bürokratik kastın elde ettiği ve Stalinist parti hiyerarşisine uygun biçimde paylaştığı kurumsallaşmış sosyo-ekonomik ayrıcalıklar -şişkin gelirler, özel mağazalar, hafta sonu dinlenme evleri (daçalar), hastanelerde özel odalar ve ayrıcalıklı sağlık hizmetleri, özel eğitim olanakları, yabancı ülkelere gezi yapma imkânları vb.- Ekim Devrimi’nin ürünü olan sosyalizme geçiş ekonomisinin hücrelerinde hayat buluyor ve tüm organizmayı zehirliyordu.

Zeki Baştımar, İsmail Bilen ve Aram Pehlivanyan gibiler ise, Stalinist bürokrasinin dış politika çıkarları doğrultusunda, eski işçi sınıfı enternasyonalizmi yıllarının bir kalıntısı olarak, bir alt-bürokratik katman statüsünde Sovyetler Birliği ve onunla bağdaşık olan diğer Stalinist ülkelerde, tabi bir konumda varlıklarını sürdürüyorlardı.

İsmail Bilen (1977)
Bu tabi ve alt-bürokratik kastın üyeleri, statülerine uygun görülen -dolayısıyla Sovyetler Birliği’ndeki ve diğer Stalinist rejimlerdeki üst düzey parti yöneticilerinin sahip olduklarının bir ölçüde gerisinde kalan- maddi ayrıcalıklara sahipti. Dolayısıyla bu maddi ayrıcalıkları ve onun temelini oluşturan siyasi pozisyonlarını korumak, onların en önde gelen kaygısıydı.

Peki, TKP triumvirasının sahip olduğu bu maddi ayrıcalıklar nelerdi? Bir Yaşam Öyküsü’nde İsmail Bilen özelinde bu sorunun cevabını buluyoruz. Sabiha Sümbül, 31 Mayıs 1965 tarihinde TKP Moskova Grubu’nun bir toplantısında yaptığı konuşmada bu konuda şu bilgileri veriyor:

Marat’ın karısı partimiz adına Bulgaristan’dan 300 leva maaş alıyor. Bu kadın niçin çalışmıyor? Yardım ancak alil insanlara verilir. Bulgar emekçilerinin kazancını yiyen bir insana ben tufeyli diyebilirim. Bugün Sovyetlerde bile kaç kişi Karlovi Vari’ye gidebiliyor? Ama Mara’nın (Marat’ın karısı) her yıl partimiz adına gitmeye hakkı var. Mara ne çalışıyor, ne Sovyet partisinde ve ne de Bulgar partisinde. Böyle bir imtiyazı Mara nereden hak etti? (…) Bulgaristan’dan gelen haberlere göre, Marat Almanya’dan bir vagon dolusu eşya getirtmiş. Bir apartman dairesi almış, bir de yazlık köşk yaptırıyormuş. Bir de arabası var. Bulgar halkı bunları nefretle karşılıyor.

(…)

Bu kadar parayı Marat nereden alıyor? Bundan başka Marat’ın bir evi Moskova’da, bir evi Almanya’da, bir evi de Bulgaristan’da var. Bir komünist rehberine bu yakışır mı? (…) Çalışmayan bir ailenin kazancı bu sarfiyata yetişir mi? Moskova’da Rus halkı ev krizi geçirdiği halde, bizim parti önderi üç odalı bir evi sekiz senedir boş tutuyor. (s. 271-273)

Lev Trotskiy, 1937’de, yıllardır Kremlin bürokrasisi tarafından desteklenen, hatırı sayılır maddi ayrıcalıklardan faydalanan ve adım adım bir komünistin taşıması gereken nitelikleri yitirmiş yabancı komünist partilerinin yönetici çekirdeklerini oluşturan insanlarla ilgili şu tespiti yapmıştı:

Komintern aygıtı, devrimci insan tipine taban tabana zıt kişilerden oluşuyor. Gerçek bir devrimci, kendi geliştirdiği fikirlere sahiptir ve bu uğurda her türlü fedakârlığı yapmaya, hatta canını vermeye hazırdır. Bir devrimci geleceği hazırlayan insandır; bu nedenle, içinde bulunduğu anda karşılaştığı her türlü güçlüğe, yoksunluğa ve zulme kolaylıkla katlanır. Buna karşılık, Komintern bürokratları tam anlamıyla birer kariyeristtir. Kendilerine ait hiçbir fikirleri yoktur ve maaşlarını veren efendilerin emirlerine kayıtsız şartsız boyun eğerler. Her şeye kadir Kremlin'in ajanları olduklarından, her biri kendini küçük birer "süpermen" gibi görür. Her şeyi yapabilirler. Kendileri onurdan yoksun oldukları için, başkalarının onurunu kolayca lekeleyebilirler. [***]

[*] TKP’nin jargonuyla “yurtdışı aktifi”.

[**] Sovyet işçi sınıfının 18 Avrupa devletinin karşı devrimcileri desteklediği bir iç savaşta (1918-1921) kırılması, Sovyet ekonomisinin geriliği ve yoksulluğu dolayısıyla uzman ve yönetici katmanlara duyulan güçlü ihtiyaç, dünya devriminin ivmesini kaybetmesi ve Sovyet devletinin bu yüzden yalıtılmış kalması ve başka faktörler, güç dengesinin işçi sınıfını zayıflatırken yükselmekte olan bürokrasinin elini güçlendirmesi yönünde gelişmesine yol açtı.

[***] Leon Trotsky, Answers to Questions of Journalists on Verdict of Dewey Commission, (December 1937)

Bitti






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder